Her hâlimiz imtihandır
Soru:
Hocam! Benim son zamanlarda
aklımı kurcalayan size danışmak istediğim bir konu var. Günlük olarak
ibadetlerimi yerine getirmeye çalışıyorum. Zaman zaman dini sohbetlerden
faydalanmaya çalışıyorum.
Yıllar geçtikçe başımıza gelen
olaylar arttıkça sanki hayat enerjim tükeniyor gibi hissedip, kendimi mutsuz
hissederken buluyorum. Hayatı yaşarken her şeyin yolunda gitmesini isterken
sürekli tadımı kaçıracak aile, iş, ekonomik durum vs. birçok nedenden
olumsuzluklar başıma geliyor. Tam artık bir sorunum yok derken çok geçmeden
yenisi geliyor. Geçmişe dönüp baktığımda sorunsuz mutlu olduğum kısa bir
zaman ardından sıkıntılı bir dönemim olduğunu görüyorum. Hayatımın mutluluk ve
sonrasında sıkıntılı olduğum dönem ile bu döngü şeklinde devam etmiş
olduğunu görüyorum.
Hayatımla ilgili düşündüğümde bu
döngünün olması beni mutsuz ediyor. Kendimi sürekli nerelerde hata yapıyorum ve
bunları yaşıyorum derken buluyorum. Buda içimde huzursuzluk oluşturuyor. Bu
döngüyü kırmanın dünyada sıkıntısız yaşamanın bir yolu yok mudur?
Cevap:
Değerli kardeşim malûmdur ki biz
bu âleme imtihan için geldik. İmtihanda zor sorular da vardır, kolay olanı da
vardır. İnsan kolay soruların yanında, zor olanları da bildiği zaman, imtihanı
daha başarılı bir şekilde kazanmış olur. işte insan hayatı da her aşaması ve hâliyle
bir imtihandır. Darlık ve bolluk. Sağlık ve hastalık, ferah sürur ve hüzün
keder hepsi imtihandan birer soru hükmündedir. Aklıselim Müslümana düşen,
bolluktan ziyade darlık imtihanını da kazanmak olmalıdır.
İmtihanı kazanmanın tek yolu
darlığa sabretmek, bolluğa ise şükretmektir. Bunu bilerek her şeye hazır
olmalıyız. Eğer darlık ve çile kötü olsaydı, peygamberlerin saltanat yaşamaları
gerekirdi. Ama tüm peygamberler en çok çile çekmiş insanlardır. Resulullah
(sav) şöyle buyurur: “İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler
Peygamberlerdir. Sonra sırasıyla (rütbeleri) onları takip edenler, sonra onları
takip edenlerdir. Kişi dinine göre müptela kılınır (imtihana çekilir). Eğer
dininde salabetli ise imtihanı (göreceği bela ve musibet) ağır olur. Eğer
dininde gevşek ise o oranda imtihan edilir. Bela o kimseyi devamlı takip eder.
Nihayet onu bırakıncaya kadar. Böylece kul, yeryüzünde hatası olmadığı hâlde
yürür.” (Tirmizî, İbn-i Hibban, Sünenu İbn-i Mâce II, 1321, 1331, 1335)
Bilindiği üzere Kur'an'ı Kerimde
ismi geçen peygamberlerden beşi; “ulul-azm” yani “azim sahibi” peygamberler
olarak vasfedilir. Bunlar; Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed Mustafa (aleyhimu’s-selam)
efendilerimizdir. Bu sıfatı almaların sebebi de bunların, diğer peygamberlerden
çok daha fazla eza ve cefa çekmelerinden dolayıdır.
Peygamberimiz ve ashabının
hayatını özellikle ve dikkatlice okumalıyız. Nitekim Resulullah'ın (sav) ashabı
(Rıdvanullahi aleyhim ecmeîn) içinde de önceki sahabeler, ecir ve mükafat
açısından, daha sonra gelenlerden daha önde ve üsttedirler. Çünkü onlar, en zor
zamanda İslam’ın yükünü omuzlarında taşımışlardır. Gördükleri eza ve cefa
arttıkça da sevapları artmış, Allah (cc) indindeki rütbeleri yücelmiştir.
Bu gerçeği Efendimiz’in (sav) şu
hadisi şerifi çok güzel anlatır: “Mü’minin
durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır
sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Bir bolluk ve sevinç
yaşayacak olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek
olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64)
Esasen çektiğimiz her bir
sıkıntının bizim için mükafat olduğunu asla unutmayalım. Böyle olunca şikayet
edip mızmızlanmak yerine, derdimizle yaşamayı öğrenecek ve derdimizi severek
yaşayacağız. Bu konuda da Resulullah (sav) şöyle buyurur: “Ümmetim,
merhamete uğramış bir ümmettir. Ahirette azap görmeyecektir. Onun azabı /
cezası, dünyada başına gelen fitneler / ağır imtihanlar, depremler, masum yere
öldürülmeler gibi felaketler şeklinde verilir.” (Ebu Davud,
Fiten, 7) “Bir Müslüman’a herhangi bir musibet, bir sıkıntı, bir keder, bir
üzüntü, bir eziyet, bir gam dokunursa, hatta kendisine bir diken bile batarsa,
mutlaka Allah bunları onun günahlarına kefaret yapar.” (Buharî,
Marda,1; Müslim, Bir, 52)