HER HAK SAHİBİNE HAKKINI VERİNİZ
Hak, kelime anlamı itibariyle “mutabakat ve muvafakat” demektir. (ıstılahat-ı Fıkhiyye Kamusu cilt 1 sf 12) hukuk bunun çoğuludur. “Hayatın her anında cereyan eden uyum.” Diyebiliriz buna. Bu anlamda hukuk, alemin esasını teşkil etmektedir.
Hayatın varlığı ve devamı bu hukuk düzenine bağlıdır.
Hukuku, “eşyanın hukuku” ve “diğer canlıların ve insanın hukuku” olarak ikiye
ayırmak mümkündür. Eşyanın kendi hukukuna göre tanzim edilmesi bir
mecburiyettir. O hukuka aykırı hareket edildiğinde her şey ters yüz olur,
felaketler yaşanır. Mesela su insanı boğar ateş yakar. Onların kanunlarına,
hukuklarına aykırı hareket edemeyiz. Eşyaya hükmetmek, şekil vermek istiyorsak
onun hukukuna riayet etmek zorundayız. Aksi halde yüksek binalar yapamaz, taşı
taş üstüne koyamayız. Kimyada formüller vardır. Onlarla ilaç yaparız. Zehir’i
şifa vasıtasına dönüştürürüz. Bütün bunları onların kanunlarına, hukuklarına
uyarak yaparız.
Evrendeki bu ölçü ve kanunlara işaret eden ayet-i
kerimelerde buyuruluyor ki;
“Göğü o yükseltti. Ölçüyü o koydu.” (55/7)
“Ölçüyü ve tartıyı eksik tutanların vay haline.” (83/1)
Aynen bunun gibi insanlar arasında da sosyal haklar ve
ölçüler vardır. Onlara da uyulmadığı zaman her şey ters yüz olur, felaketler
yaşanır. Bu hususta da ayet-i kerime de şöyle buyuruluyor.
“İnsanların kendi elleriyle kazandıkları yüzünden karada ve
denizde fesat ortaya çıktı ki Allah, yaptıklarınızın bir kısmını kendilerine
tattırsın. Belki tuttukları kötü yoldan yaptıkları haksızlıklardan-dönerler
diye.” (30/41)
BÜTÜN HAKLAR İLAHİDİR, TANRISALDIR
Alemin esasını teşkil eden bütün haklar, Allah Teâlâ
tarafından verilmiştir. İnsanlar hak namına hiçbir şey ihdas edemezler.
(yaratamazlar var edemezler) Bu alanda yaptıkları tek şey güçlerinin yettiği
kadarıyla bu hakları sahiplerine vermeye çalışmaktan ibarettir. Onu da adalet
anlayışıyla yaparlar. Çok kere de hak dağıtmaya çalışanlar haksızlıklar
yaparlar. Kanunları yaparken objektif olamazlar. Kendi haksız kazançlarını önde
tutarlar. Tarafsız olan, adil-i mutlak olan Allah ise asla haksızlık yapmaz. Bu
sebeple, adaleti sağlayıp hak sahiplerine haklarını vermek için onun
kanunlarına uymamız gerekir. Aksi halde hiçbir suretle haksızlıkların önüne
geçemeyiz.
POZİTİF VE NEGATİF AYRIMCILIK
Her ne sebeple olursa olsun hiçbir zaman, hiçbir yerde
haklar konusunda ayrımcılık yapılmamalıdır. Hem “hak , hukuk” diyeceksiniz hem
de ayırımcılık yapacaksınız olacak şey değil. Kişiler arasında ayrımcılık yapmamak
sadece haklarını vermek yeter.
Günümüzde özellikle aile hayatımızda yaşanan olumsuz
hadiseler sebebiyle pozitif ayrımcılık düşünülüyor ve yapılıyor. Hal bu ki olaylar,
yapılan haksızlıklar sebebiyle meydana geliyor. Taraflardan biri hakkı olmayan
şeyi istiyor, diğeri de karşı tarafın hakkını gasp ediyor. Bütün bu olaylar
tarafların hak ve görevlerini bilmemelerinden kaynaklanıyor. Hakları bizzat
tayin ve tanzim eden yüce rabbimizin verdiklerine razı olmamaktan
kaynaklanıyor.
Şimdi bu olumsuzlukları düzeltmek için yasal düzenlemelerle
haklar ayarlanmaya çalışılıyor. Bu çıkar bir yol değildir. Tanrısal olan
haklara dokunmamak, çok hassas olan bu konuda fabrika ayarlarıyla oynamamak
gerekir.
Yapılacak şey “her hak sahibine hakkını vermektir.” Çok daha
önemlisi ise insanımızı eğitmek, rabbimizin verdiği haklara razı olacak inançta
yetiştirmektir. Hak meselesi o kadar önemli bir meseledir ki hak, Allah Teala’nın isimlerinde birisidir.
Yani o hakları tespit ve tayin eden ve onları koruyup gözetendir. Bu hususun
büyük önemine işaret eden merhum Mehmet Akif Ersoy şöyle diyor;
Hâlık’ın nâmütenahi adı var, en başı “Hak”,
Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak!