Her gün Cuma olsa!..
Sizin
nasibe koşmanız yetmiyor, nasibinizin de size koşması gerekiyor. Çokça
çalışıyorsunuz, bir şeyi talep
ediyorsunuz ama olmuyor. Olmadığı zaman olmuyor! Nasip işi, diyoruz. Cuma
çıkışı camide ikram edilen çorba gibi.
Sabahın
erken saatlerinden itibaren başlayan koşturmaca ile dünyaya dalıyorsunuz. An
oluyor ki temel ihtiyaçlarınızı bile erteliyorsunuz, erteleme yine iyi bir
durum, unuttuğunuz da oluyor. Yine böyle yoğun bir güne uyanmıştım. Sabah
telaşesi, çocuğu okuluna bırakmak, hazırlanacak yazılar, notlar alınan
kitaplar… Günün en hızlı saatleri. Zaman
su gibi. Hatta yıldız gibi kayıyor. Bu kadar hızlı akan zaman içinde yine
sevdiğiniz insanlara selam vermeden geçemezsiniz. En azından bir mesaj ile bir
selam ve dua göndermek… Bir hâl sormak, bir dert ile dertlenmek gerek. Günün en
güzel vaktinde, en güzel dostlara esenlik bildirmek kadar insanı rahatlatıcı
başka bir davranış bilmiyorum. Duanıza ortak ettiğiniz, ismini andığınız kaç
kişi var? Böyle bir soruyu şimdi kendimize soralım, düşünelim… Bir duaya ortak
olmak en güzel nasip.
Çocuğu okula bırakıp üniversite kütüphanesine
uğradım. Osman abi yine güler yüzü ile karşıladı. Çayı da var, sıcak, tıpkı
yüzü gibi. Çayın demi de var, muhabbeti gibi Osman abinin. Evet, burası
kütüphanede idarî odalardan bir yer. Soyadı “Gül” Osman abinin, yüzü de gül
gibi. Böyle bir yerde kovsalar gitmezsiniz. Tabii ki kovulmak yok, davet var,
ilgi var, destek var, yardım var, kitap var. Araştırma yaptığım alana ait ne
kadar kitap varsa buldu Osman abi. Aldık
nasibimizi, ayrıldım oradan.
Hasbî
insanlarla dağ bayır yürüseniz yorulmazsınız. Samimîdir onlar, yük olmazlar,
yük alırlar. Kitaplarla oturuyorum çalışmaya. Önceki gün yazdığım iki yazının
güzelliğini belirtiyor bir dost. Eyvallah! Yine bir yazı, diyor. Zor gelse de
mutlu oluyorum. Yazdıkça açılıyor ruhum. Engin denizlere açılır gibi, sarp
dağları aşar gibi, bulutların üstünde uçar gibi. Ferahlık, genişlik ve huzur
içinde seyrüsefere çıkıyorsunuz yazı ile. Yazıya tutunarak yürümek, yazı içinde
kaybolmak, yazdıklarınızla yaşamak bu olsa gerek. Güzel dostlara denk gelmek de nasip, güzel
yazı yazabilmek de.
Nereden
nereye gidiyorsunuz, bilemiyorsunuz. Zaman akıyor. İşler yoğun. Mesajlar,
telefonlar, bekleyenler, bekledikleriniz… İçinizde biriken ne varsa ruhunuz
hissediyor. Sevdiğiniz bir dosttan gelecek bir selam ile yükünüz hafifliyor,
yüzünüzde çiçekler açıyor. Bir kahve teklifi almayı bekliyorsunuz. Bir
zamanlar, bekârlık dönemlerinde, yalnızlık günlerinde dostlara telefon edip, “Yemek
ısmarlamak için dost aranıyor.” dediğim çok olmuştu. Ardından gelen “hayır”
cevabına mukabil, “Ben sıramı savdım, başka zaman sen ısmarlarsın.” derdim
nükte olarak. Hepsi nasip meselesi. İyiliğine söylenen laflar idi. Güzel laflar
duymak güzel bir nasip.
Hengâmenin
içinde cuma vakti gelmiş geçiyor. Abdest al, ıslak yüzle koş, kollar sıvalı,
paçalar yarım… Arabaya biner binmez kontağı çevir, sür en yakın camiye. Siz camiye giderken tam tersi istikamete
giden bir dosta rast geliyorsunuz. Sorgusuz, “Atla arabaya, ezan okundu.”
diyorsunuz. “Yahu abdestim yok, yetişemem.”
Bu bahaneye aldırış etmiyorsunuz hatta duymuyorsunuz bile. Kapıyı açıp,
“Hadi, bin!” diyorsunuz. Biniyor dostunuz, yetişiyorsunuz camiye. Sonsuz huzura
duruyorsunuz. En makbul zamanlar. Cami ile cuma kelimeleri aynı kök. Toplanıyor
tüm yaralı kalpler, incinmiş gönüller. Yetişiyorsunuz namaza, en güzel nasip.
Namaz
sonrası öylesine hafiflemişsiniz ki. Arınmak böyle bir şey sanırım. Caminin
hemen altında çorba ikramını görünce iştahımız kabarıyor. Sıcak çorba, yanında
taze ekmek. Çorbayı büyükçe bir karton bardağa koyuyorlar. İkram eden sanki kalbinden
dolduruyor çorbayı. Yok yok, çorba kazanından değil, kalplerden doluyor bu
çorba. Öylesine leziz… Cumaya son anda yetişen dostum da geliyor çorba almaya.
Öğle yemeği yememiştim, diyor. Ben sabahtan beri açtım, diyorum. Gülüyoruz,
çorbamızı bitiriyoruz, bir daha istiyoruz, bir daha o samimî kalplerden akıyor
çorbamız. Liseli gençler de çorba alıyor. Bu çocuklar mahallede bulunan
pansiyonlarda yatılı kalıyor. Öğle yemeğini yemişlerdi ama çorbanın güzelliği
bunları çekiyor, diyor öğretmenleri. Bense, hayır onları nasibi çekiyor,
cumanın tüm kalpleri buluşturan mucizesi, keşke her gün cuma olsa, diyorum
içimden.