Her doğum sancılı olur
Diktatör Arap rejimlerin yöneticileri ve yakınları her türlü lüks içinde yaşarken halklarına sefaleti reva görmüşlerdi. Buna tepki olarak 17 Aralık 2010’da Tunus’ta seyyar satıcılık yapan Muhammed Buazzi isminde bir genç kendini yakarak protesto etmişti. Buazzi’nin bu eylemi yediden yetmişe herkesi sokağa dökmüştü. Kuzey Afrika’dan Yemen’e kadar uzanan protestolar hemen hemen tüm Arap coğrafyasına yayılmıştı. Arap ülkelerinde sosyal patlamaya neden olan bu protestoları tanımlamak için ‘’Arap Baharı’’ denilmişti. Bu hareketin çıkış nedenin özünde iki talep vardı. Biri ekonomik refah diğeri halkın tercihi ile belirlenen demokratik bir sistemdi.
Aslında bu taleplerin özüne baktığımızda Batı sistemini esas alan taleplerdi. Dolaysıyla Batı’nın bundan memnuniyet duyacağı sanıldı. Oysa bugün ‘’Ortadoğu’’ olarak bilinen coğrafya İtilaf Devlet’lerinin Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında verdiği kararlardan doğmuştu. Bu kararları hangi ihtirasların sonucunda, neden ve nasıl alındığını anlamadan Batı’nın memnuniyet duyacağını beklemek büyük bir hataydı.
Batı’nın ‘’Ortadoğu’ya’’ verdiği rol, petrolün güvenli bir şekilde transferi, göçün kontrolü, İsrail’le iyi geçinen otoriter rejimlerin devam etmesidir. Batı, kendi sınırları içinde kurdukları seçime dayalı bir yönetim modelinin sömürdükleri ülkelerde kurulmasını istemediğini ‘’Arap Baharı’’ ile tüm dünya tecrübe etmiş oldu. Mısır’da Müslüman Kardeşler, rejimin iflasının hemen ardından girdiği seçimde başarıyla seçimi kazanıp iktidara gelmişti. Ancak Batı, Mısır’ın içindeki uzantılarının eliyle darbe yaptırıp, meşru bir hareketi gayri meşru ilan etti. Gayri meşru olan askeri darbeyi gerçekleştiren Sisi’yle de her türlü işbirliği yaptı ve yapmaya devam ediyor.
Bugün Müslüman ülkeler mümkün olan en kötü durumu yaşıyor ve toplu olarak büyük bir acı çekiyorlar. Müslümanların buradan büyük dersler çıkartarak çıkacağını düşünüyorum. Bunun somut işaretleri Irak’ta ortaya çıkmıştır. Irak’taki son gösteriler Şiilerin yoğun yaşadıkları yerlerden ve Şiilerin yönettiği hükümete karşı yapılıyor. Sürdürülebilir bir yaşamın sağlanması için adalet talep ediliyor. Mezhepler arası çatışmayı değil, dayanışmayı esas alıyor. Önümüzdeki günlerde bu meşru talepler karşılanır mı yoksa manipüle mi edilir bilinmez ama bilinen tek bir gerçek var ki, ilk defa adalet mezhepten daha güçlü bir şekilde talep ediliyor olmasıdır.
Çünkü temelde insan davranışları rasyonel nedenlere dayanır ve mevcut durumun rasyonel olmadığı ortadadır. Bu durumun sürdürülemeyeceği eninde sonunda anlaşılacak ve tekâmül fertlerden başlayıp tüm toplumu kuşatacaktır. Yaşanan tüm bu acı olayların bir geçiş süreci olduğunu ve tekâmülün mutlaka gerçekleşeceğinin işaretleri Irak örneğinde çok net görülüyor. Ancak rehavete kapılmayacak kadar her alanda yapacak çok işimizin olduğunu, adaletin karşısında zulmün zayıf olduğuna inanarak umudumuzu asla kaybetmemeliyiz
Gayri meşru çıkarlarını meşrulaştırmak için ‘’uluslararası ilişkiler çıkara dayalıdır’’ anlayışına karşı ‘’Tüm insanlığın çıkarı barış ve adalette olduğunu’’ savunmalıyız. Toplumları bölme stratejilerine karşı, birleşme stratejilerini geliştirmeliyiz.
Bu bağlamda Türkiye, Asya-Avrupa ve Afrika işbirliğini mümkün kılacak bir düşünceye öncülük etmelidir. Bu düşüncemizi Umran dergisinde dile getirmiş bunu kısaca ‘’3-AB’’ olarak formüle etmiştik. Yakın coğrafyamızda acı hadiseler doğum öncesi yaşanan sancılara benziyor. Türkiye bugünün sorunlarıyla uğraşırken doğum sonrasına hazırlık yapmayı unutmamalıdır.