Dolar (USD)
32.53
Euro (EUR)
34.94
Gram Altın
2432.11
BIST 100
9689.82
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Her dem hatırlanası gerçek

Allah (cc) gerek teorik, gerekse pratik birçok vesilelerle bize kıyamet ve ahireti çok yoğun bir şekilde hatırlatmaya devam etmektedir. Kur'an'ı Kerim'in hemen her sayfasında, mutlaka ölüm ve sonrasına dair sarahaten veya işareten bir vurgu vardır. Birçok hadisler de bize bu gerçeği hatırlatır. Bununla kalmaz, Allah (cc) ecelleri, tüm zaman ve mekanlara yaymıştır ki, her yerdeki insanlar, her dem ölüm gerçeğini gözleriyle görsün, kulaklarıyla işitsinler. Ama biz neredeyse günübirlik nice yakınlarımızı, sevdiklerimizi, kendi ellerimizle defnettiğimiz halde, yine ahiret bilincinden gafletteyiz.

Şüphesiz tüm bu hatırlatmaların gayesi, bizlerin gerçek hayat olan ahiretimiz için hazırlık yapmamızdır. Peki, biz tüm bu ayetlerden hadislerden ve de gözümüzle gördüğümüz pratik derslerden yeterince ders alıyor muyuz? Maalesef hayır… Ders almanın birçok işaretinden birisi, ebedi olan dünyaya ebediliği kadar, fani olan dünyaya da faniliği kadar değer vermektir. Biz öyle miyiz? Değerler tersyüz olmuş, adeta fani ile baki bizde yer değiştirmiş. Sahip olduğumuz servet, mal, zaman vs değerlerimizi dünyada ebedi kalacakmış gibi değerlendirirken, ebedi olan ahiretimizeyse lütfen ve ucundan kıyısından bir şeyler ayırıyoruz.

Hadis diye anlatılan, ancak kelam-ı kibar olan şu sözü çok duyarız. “Yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış.” Bu söz değerlerimize yabancı değil, ancak tek taraflı uyguluyoruz. İkinci şıkkı tepe tepe kullanılırken, birinci şıkkı es geçiyoruz. Hâlbuki asıl lazım olan da ahiretle ilgili olan birinci şıkkıdır. Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma…” (Kasas 28/77)

Bazı ayet ve hadisler:

“Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.” (Ankebut 29/57)

“De ki: “Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde bile (hayatın zevklerinden) pek az yararlandırılırsınız.” (Ahzab 33/16)

“De ki: Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır. Sonra gaybı/gizliyi de, aşikârı/görüneni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Cuma 62/8) “Nihayet onlardan birine ölüm gelince, “Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım” der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir…” (Müminun 23/99-100)

“Rabbinin buyruğu ve saf saf dizilmiş olarak melekler geldiği ve o gün cehennem getirildiği zaman, işte o gün insan (yaptıklarını birer birer) hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ona nasıl faydası olacak!? Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım” der.” (Fecr 89/22-24)

“O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (Zilzal 99/6-8)

“İşte o vakit, kimin tartıları ağır gelmişse,Artık o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır.Ama kimin de tartıları hafif gelirse,İşte onun anası (varacağı yer) Hâviye’dir.Sen Hâviye’nin ne olduğunu ne bileceksin?O, kızgın bir ateştir.” (Karia 101/6-11)

“Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve ameli/ yaptığı işler. Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; ameli kendisiyle birlikte kalır.” (Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5.)

“Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol” (Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3.)

“Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.” (Tirmizî, Zühd 13. İbni Mâce, Zühd 3.)

Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle der:

Kendimize ait kulübeyi tamir ederken Resulullah (sav) yanımıza uğramıştı.

– “Bu yaptığınız nedir?” diye sordu. Biz:

– Yıkılmak üzereydi de onarıyoruz, dedik. Bunun üzerine:

– “Ecelin bundan daha aceleci olacağını zannederim” buyurdular.(Ebû Dâvûd, Edeb 169; Tirmizî, Zühd 25.)

Şu iki şeyi unutmayalım;

1. Bu dünyanın zararları ne kadar çok ve büyük olursa olsun telafisi vardır. Bir adamın evi yanar, kendisine yeni bir ev düzer… Fabrikası yanar, başka bir fabrikada çalışıp geçinir… Tüccardır iflas edip trilyonlarca zarara girer, seyyar satıcılık yapar, ayakkabı boyar yine geçinir… Deprem olur tüm serveti ve ehl-u iyali enkaz altında kalır yine de tüm bu zararların telafisi vardır. Bu insanların her birinin hayata bir köşesinden devam etmesi mümkündür. Ancak mahşer günü ilahi mizan konulduğunda hayır terazimiz hafif çıkarsa bunun telafisi yok. Ne aşiretimizin yiğitleri, ne bileğimizin gücü, ne zekâmız, ne makam ve servetimiz o teraziyi ağır getiremez.

2. Ne kadar olduğunu bilmediğimiz bu ömrümüz tek ve son şansımızdır. Bu dünyaya bir daha gelmeyeceğiz cenneti kazanma ve cehennemden azâd olma, başka bir deyimle ebedi saadetimizi bu ömrümüzde kazanacağız. O halde yegane sermayemiz olan ömrümüzü heder etmeyelim. Dünyamız için gerekeni zaten yapıyoruz, ahiretimiz içinde gereğince değerlendirelim. Ayrıca bilelim ki, ölüm bize bir nefes kadar yakın. Aldığımız nefesi geri vermezsek veya verdiğimiz nefesi geri alamazsak ömür bitmiştir.

“…. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni Salihler/iyilere kat.” (Yunus 12/101) Âmin!