Her dem hatırlanası gerçek
Allah (cc) gerek teorik, gerekse
pratik birçok vesilelerle bize kıyamet ve ahireti çok yoğun bir şekilde
hatırlatmaya devam etmektedir. Kur'an'ı Kerim'in hemen her sayfasında, mutlaka
ölüm ve sonrasına dair sarahaten veya işareten bir vurgu vardır. Birçok
hadisler de bize bu gerçeği hatırlatır. Bununla kalmaz, Allah (cc) ecelleri,
tüm zaman ve mekanlara yaymıştır ki, her yerdeki insanlar, her dem ölüm
gerçeğini gözleriyle görsün, kulaklarıyla işitsinler. Ama biz neredeyse günübirlik
nice yakınlarımızı, sevdiklerimizi, kendi ellerimizle defnettiğimiz halde, yine
ahiret bilincinden gafletteyiz.
Şüphesiz tüm bu hatırlatmaların
gayesi, bizlerin gerçek hayat olan ahiretimiz için hazırlık yapmamızdır. Peki,
biz tüm bu ayetlerden hadislerden ve de gözümüzle gördüğümüz pratik derslerden
yeterince ders alıyor muyuz? Maalesef hayır… Ders almanın birçok işaretinden
birisi, ebedi olan dünyaya ebediliği kadar, fani olan dünyaya da faniliği kadar
değer vermektir. Biz öyle miyiz? Değerler tersyüz olmuş, adeta fani ile baki
bizde yer değiştirmiş. Sahip olduğumuz servet, mal, zaman vs değerlerimizi
dünyada ebedi kalacakmış gibi değerlendirirken, ebedi olan ahiretimizeyse
lütfen ve ucundan kıyısından bir şeyler ayırıyoruz.
Hadis
diye anlatılan, ancak kelam-ı kibar olan şu sözü çok duyarız. “Yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç
ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış.” Bu söz değerlerimize yabancı değil,
ancak tek taraflı uyguluyoruz. İkinci şıkkı tepe tepe kullanılırken, birinci
şıkkı es geçiyoruz. Hâlbuki asıl lazım olan da ahiretle ilgili olan birinci
şıkkıdır. “Allah’ın
sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma…” (Kasas
28/77)
Bazı ayet ve hadisler:
“Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize
döndürüleceksiniz.” (Ankebut 29/57)
“De ki: “Eğer siz ölümden ya da
öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde
bile (hayatın zevklerinden) pek az yararlandırılırsınız.” (Ahzab
33/16)
“De
ki: Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır.
Sonra gaybı/gizliyi de, aşikârı/görüneni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz de,
O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Cuma
62/8) “Nihayet onlardan birine ölüm gelince,
“Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel
yapayım” der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir…” (Müminun
23/99-100)
“Rabbinin buyruğu ve saf saf dizilmiş
olarak melekler geldiği ve o gün cehennem getirildiği zaman, işte o gün insan
(yaptıklarını birer birer) hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ona nasıl faydası
olacak!? Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım” der.” (Fecr
89/22-24)
“O gün insanlar amellerinin kendilerine
gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre
ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre
ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (Zilzal
99/6-8)
“İşte o
vakit, kimin tartıları ağır gelmişse,Artık o, hoşnut olacağı bir hayat
içinde olacaktır.Ama kimin de tartıları hafif gelirse,İşte onun
anası (varacağı yer) Hâviye’dir.Sen Hâviye’nin ne olduğunu ne
bileceksin?O, kızgın bir ateştir.” (Karia 101/6-11)
“Ölen
kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve ameli/ yaptığı işler.
Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve
malı geri döner; ameli kendisiyle birlikte kalır.” (Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5.)
“Dünyada
sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol” (Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî,
Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3.)
“Eğer
dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah
hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.” (Tirmizî, Zühd 13. İbni Mâce, Zühd 3.)
Abdullah
İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle der:
Kendimize
ait kulübeyi tamir ederken Resulullah (sav) yanımıza uğramıştı.
– “Bu
yaptığınız nedir?” diye sordu. Biz:
–
Yıkılmak üzereydi de onarıyoruz, dedik. Bunun üzerine:
– “Ecelin
bundan daha aceleci olacağını zannederim” buyurdular.(Ebû Dâvûd, Edeb 169; Tirmizî, Zühd 25.)
Şu iki şeyi
unutmayalım;
1.
Bu
dünyanın zararları ne kadar çok ve büyük olursa olsun telafisi vardır. Bir
adamın evi yanar, kendisine yeni bir ev düzer… Fabrikası yanar, başka bir
fabrikada çalışıp geçinir… Tüccardır iflas edip trilyonlarca zarara girer,
seyyar satıcılık yapar, ayakkabı boyar yine geçinir… Deprem olur tüm serveti ve
ehl-u iyali enkaz altında kalır yine de tüm bu zararların telafisi vardır. Bu
insanların her birinin hayata bir köşesinden devam etmesi mümkündür. Ancak
mahşer günü ilahi mizan konulduğunda hayır terazimiz hafif çıkarsa bunun
telafisi yok. Ne aşiretimizin yiğitleri, ne bileğimizin gücü, ne zekâmız, ne
makam ve servetimiz o teraziyi ağır getiremez.
2.
Ne
kadar olduğunu bilmediğimiz bu ömrümüz tek ve son şansımızdır. Bu dünyaya
bir daha gelmeyeceğiz cenneti kazanma ve cehennemden azâd olma, başka bir
deyimle ebedi saadetimizi bu ömrümüzde kazanacağız. O halde yegane sermayemiz
olan ömrümüzü heder etmeyelim. Dünyamız için gerekeni zaten yapıyoruz,
ahiretimiz içinde gereğince değerlendirelim. Ayrıca bilelim ki, ölüm bize bir
nefes kadar yakın. Aldığımız nefesi geri vermezsek veya verdiğimiz nefesi geri
alamazsak ömür bitmiştir.
“…. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve
ahirette sen benim velimsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni
Salihler/iyilere kat.” (Yunus 12/101) Âmin!