Her Cuma Bize Hatırlatılan Altı Husus-6
Her cuma günü, hutbenin sonunda okunan Nahl sure-i celilesinin 90. âyet-i
kerimesinin açıklamasını, inşaallah bu hafta bitiriyoruz. Önceki yazılarımızda
da arz ettiğimiz gibi bu âyet-i kerime, bize üç şeyi emrediyor ve üç şeyi
yasaklıyor. Bize emrettiği üç şey sırayla; “adalet”, “ihsan” ve “akrabaya muhtaç
oldukları şeyleri vermek”tir. Yasakladığı üç şey ise, “fahşâ,”
“münker” ve “bagy”dir. İşte bu hafta âyet-i kerimenin
yasakladığı üçüncü husus olan “bagy”i açıklamaya çalışacağız.
“Bagy”; haddini aşmak, isyan etmek, azmak, zulmetmek, haktan ayrılmak, kibirli ve kindar olmak gibi anlamlara gelir. Dolayısıyla insanları rahatsız eden, genel ahlak kurallarını zorlayan ve kişinin haklarını çiğneyen her tür davranış, dinen haram olan “bagy” sayılır ve azab-ı İlâhîyi muciptir. Aslında “bagy”, “münker”in kapsamı içerisine dâhildir. Ancak zararının çokluğundan ve aşırı çirkinliğinden dolayı, âyet-i kerimede özel olarak zikredilmiştir. Âyet-i kerimede nehyedilen bu üç husus, önce bireysel olarak insanı, sonra da topyekûn olarak toplumu yozlaştırır, çürütür ve varoluş amacından uzaklaştırır.
Dikkat edilirse, konumuz olan Nahl suresinin 90. Âyet-i kerimesi, “adalet”i emretmekle başlayıp “adalet”in zıttı olan ve zulüm manasına da gelen “bagy”yi yasaklamakla bitiyor. Zira “adalet”in sağlanması, ancak aşırılıkların ve başkalarının hakkına tecavüz etmenin önüne geçilmesi ile mümkündür.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi,“adalet”in
temeli, hak ve vazifedir. Başkalarının hakkına saygı, bizim vazifemizdir. Hak
olmazsa vazife de olmaz, vazife olmazsa hak da olmaz. Bunun içindir ki “adalet”
kavramı, diğer ahlaki faziletlerin aksine; insanlarla ilişkilerimizi ilgilendiren
sosyal karakterli bir kavramdır. Bu manada; satıcının alıcıya vermesi gereken
malı, öğretmenin öğrencisine vermesi gereken notu, babanın çocuğuna vermesi
gereken sevgiyi; aynı şekilde alıcının satıcıya vermesi gereken ücreti,
öğrencinin öğretmene göstermesi gereken saygıyı, çocuğun babasına göstermesi
gereken hürmeti kusursuz olarak yerine getirmeleri adalet olup, bunların
tersini yapmak ise, zulümdür.
Zulmü yasaklayan dinimiz
İslam; insan olma noktasında bütün insanları eşit sayıp, kimsenin kimseye
üstünlüğünü asla kabul etmez. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:
“Ey insanlar! Biz,
sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sâhip çıkmanız için
milletlere ve kabilelere ayırdık. Şunu unutmayın ki, Allah’ın indinde en üstün
olanınız, takvada en ileri olanınızdır.” (Hucurat
13)
“O’nun varlığının
ve kudretinin delillerinden biri de; gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve
renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda, bilen ve anlayan kimseler için
ibretler vardır.” (Rum 22)
Evet bu âyet-i
kerimelere göre;bütün insanlar aynı asıldan ve aynı kaynaktan
türemiştir. Yine bu âyet-i kerimeler, bütün insanların eşit olduğu hakikatini
ortaya koymakta ve bütün insanlığın tek bir iradenin mahsulü ve tek bir
zincirin halkaları olduklarını haykırmaktadır. Buna göre; kimse ikinci sınıf
insan olmadığı gibi, kimsenin kimseye zulmetme hakkı ve yetkisi de yoktur. “Adalet”
önünde bir tarağın dişleri gibi eşit olan insanlar için tek üstünlük sebebi
vardır; o da daima mütevazı ve saygılı olmayı gerektiren “takva” yani
Allah korkusudur.
Zulüm ve türevleri, Kura-ı kerimde üç yüze yakın yerde geçer ve bize, zulmedenlerin cezasız kalmayacaklarını haber verir. Ayrıca zalimlerin hiçbir yardımcısı bulunmadığı gibi, bunlara meyledenlerin bile azaba çarptırılacağı ve Allah tarafından kendilerine yardım edilmeyeceği açıkça ifade buyurulmaktadır.
Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki: “Allah’ı, zalimlerin yaptığı şeylerden sakın habersiz zannetme! Ancak (Allah) onları, gözlerin (dehşetten) dışarı fırlayacağı bir güne (kadar) erteliyor (zaman tanıyor). (O gün onlar) başlarını göğe dikerek, gözleri kendilerine dön(üp bak)amayacak şekilde koşup dururlar. Artık onların kalpleri (kafaları dehşetten dolayı) bomboştur. (Ey Resulüm!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği o günü haber verip uyar. Çünkü zulmedenler (o gün): ‘Ey Rabbimiz! Bize kısa bir süre tanı da Senin çağrına uyalım, peygamberlere tâbi olalım,’ derler. (Fakat boşunadır...)” (İbrahim 42-44)