Her Cuma Bize Hatırlatılan Altı Husus-1
Her hafta cuma günü, hutbenin sonunda bir âyet-i
kerime okunur ve açıklaması yapılır. Bu âyet-i kerime meâlen şöyledir: “Şüphesiz
ki Allah ‘adl’i, ‘ihsan’ı ve yakınlara gerekli olan şeyleri ‘itâ’ etmeyi
emreder; ‘fahşâ’yı, ‘münker’i ve ‘bağy’i yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye
size öğüt veriyor.” (Nahl 90)
Bu
âyet-i kerime başta, sağlıklı bir toplumun köşe taşları mesabesindeki ‘adl’i
(adâleti) ‘ihsan’ı (iyiliği) ve
akrabaya ‘itâ’yı (muhtaç oldukları şeyleri vermeyi) emrediyor. Sonra da
hem ferdin hem de cemiyetin emniyet ve güvenliğini tehlikeye atan; ‘fahşâ’yı
(hayâsızlığı), ‘münker’i (kötülüğü) ve ‘bağy’i (zorbalığı) yasaklıyor.
Eshab-ı
kirâmdan İbn Mesud Hazretleri; “Allah’ın kitabında hayır ve şerri en çok
toplayıp özetleyen âyet; Nahl suresi 90. Âyetidir,” buyurmuştur. (Begavî
Tefsiri)
Yine
Eshab-ı kirâmdan İkrime Hazretleri: “Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem,
bir gün Nahl suresinin 90. âyet-i kerimesini Mekke’nin ileri gelenlerinden ve
İslam’ın baş düşmanlarından Velid bin Muğire’ye okudu. Ayet-i kerimeyi dikkatle
dinleyen Velid: “Ey kardeşimin oğlu! Onu bana bir daha okur musun,”
dedi. Efendimiz aleyhisselam da bir defa daha okudu. Bunun üzerine Velid o
kadar etkilendi ki, gayri ihtiyari olarak ağzından şu sözler dökülüverdi: “Vallahi
bunun bir başka tatlılığı vardır. Doğrusu bunun üzerinde çekici bir güzellik
mevcuttur. Üst kısmı meyvelidir, alt kısmı çok bereketlidir. Bu, beşer sözü
değildir.” (Beyhakî)
Nasip
olursa bu yazıda evvela âyet-i kerimenin emrettiği; adâlet, iyilik ve
akrabaya muhtaç oldukları şeyleri vermeyi; sonra da yasakladığı; hayasızlık,
kötülük ve zorbalığı ayrı ayrı inceliyeceğiz:
1)
Adalet: İnsanların bütün iş ve faaliyetleriyle
ilgili geniş, kapsamlı ve evrensel bir kavram olan “adalet” tarafsızlık,
eşitlik, hakkı yerine getirmek, haksızlıktan kaçmak, ölçülü hareket etmek,
istikamet üzere bulunmak, ifrat ve tefrit arasında olmak, hakkı gözetmek,
işleri yerinde ve zamanında yapmak gibi maddî ve manevî birçok manayı ihtiva
eder.
Başka bir tarife göre de “adalet”; -bir
tarafı tutmadan- insanlar arasında hükmetmek, herkesin hakkını tanımak, herkese
layık olduğu ve hak ettiği şeyi vermek manasına gelen ahlakî bir ilkedir.
Özetle söylemek gerekirse “adalet”; karşılıklı zıt faydalar arasında,
hakka en uygun olan dengeli ve muvazeneli davranış biçimidir.
“Adalet”, aynı zamanda ölçülü olma ve haddi aşmama manalarına da gelir ki, bu
durumda “i'tidal” ile aynı anlama gelir. İ’tidal yani ölçülü olma hali, ahlakî
bütün faziletlerin esasıdır. Çünkü fazilet; biri ifrat, diğeri de tefrit olan
iki aşırılığın tam ortasıdır. Mesela ahlakî bir fazilet olan “cömertlik,” israf
ile cimriliğin ortasıdır.
“Adalet”in temeli, hak ve vazifedir. Başkalarının hakkına saygı, bizim
vazifemizdir. Hak olmazsa vazife de olmaz, vazife olmazsa hak da olmaz. Bunun
içindir ki “adalet” kavramı, diğer ahlakî faziletlerin aksine;
insanlarla ilişkilerimizi ilgilendiren sosyal karakterli bir kavramdır. Bu
manada; satıcının alıcıya vermesi gereken malı, öğretmenin öğrencisine vermesi
gereken notu, babanın çocuğuna vermesi gereken sevgiyi; aynı şekilde alıcının
satıcıya vermesi gereken ücreti, öğrencinin öğretmene göstermesi gereken
saygıyı, çocuğun babasına göstermesi gereken hürmeti kusursuz olarak yerine
getirmeleri adalet olup, bunların tersini yapmak ise, zulümdür.
“Adalet”, toplumsal barışın anahtarıdır. Çünkü “adalet” bulunmayan yerde, huzursuzluk, zulüm, istibdat ve anarşi olur. Böyle bir durum, toplumu geriye ve uçuruma götürür. “Adalet” olmadan ne fert sükuna erer, ne aile huzura kavuşur, ne toplum barışa ulaşır, ne de millet selamate erer. Âdil olmayan ve “adalet”e kıymet vermeyen toplumlar, pâyidar olamazlar. Bir milletin medenîlik seviyesi, o milletin fertlerinin “adalet”e, hak ve hukuka verdikleri değerle ölçülür. Dünyadaki en yüce faziletlerden biri olan “adalet” kavramı, belirli bir dine, cinse, ırka ve soya mahsus değildir. Bilakis o; Allahü Teâlâ tarafından, bütün yaratılanlara sunulmuş İlahî bir lütuf ve ikramdır.
(Devamı haftaya…)