Her Ayrılık Bir Hüzün İşte
Garip bir ihtiyaçtır er insana hüznün bulaşması. Bazen bir ayrılığın sonunda bazen de bir hatıranın varlığında çıkagelir. İnsanoğlunun en büyük erdemidir hüznü kalbinde taşımak. Gülerken bile gözyaşı dökmek. İnsan, hatıralarla yaşayacak elbet sevdiğinin uzağında çok uzağında ise. Fiziksel ayrılığı bir yıkım değil manevi bir maya gibi hasretlerle büyütülen hatıralarla güçlendirmek lazım. Kimindi o şiir hatırlamak zor şimdi.
"Kanı ol gül gülerek geldiği demler /Şimdi ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz."
Bizim de dostluğumuz baki kalsın bu gök kubbe altında. Kıymetli üstadımız Doç. Dr. Şamil Öçal hocamızı Tahran'dan Ankara'ya uğurlarken geride kalan hatıralarımızın ışığında veda gecesinde bir araya gelmiştik. Yunus Emre Enstitüsü çatısı altında tarihu00ee şahsiyet olan Yunus Emre'yi hatırladıydım. Bizler Yunus olabilir miydik? Tapduk Emre'ye giden bir yolumuz var mıydı. Eğri odunla girdik mi hiç üstadımızın eşiğine. Bunları da hatırlaması lazım insanoğlunun. Eğri odundan daha çok ve daha önemlisi eğri sözün de kalpleri yaraladığını bilen bir gelenekten geliyoruz.
Sevgi, dostluk, sırdaşlık, güvenu2026 Bunların hepsi şimdi hatıralarımızın temelini oluşturuyor. Ama bunlar arasında en önemlisi güven meselesi. Güven, sevgiden de ötede bir şey. Yani güven sevgiden önce gelir. Neden mi?Açıklayayım: Herkesi sevebilirsiniz. Ama herkese güvenemezsiniz. Bazen insan, mutlu olduğu insanın yanında şımarır. Kendisine değer veren insanın yanında şımarır. Bunu biz de vaktiyle yaptık kendimize çok yakın gördüğümüz insanların yanında. Tecrübeyi burada sabitliyorum.
Yabancı bir memlekette bir avuç insanın belli bir amacı, gayeyi yerine getirmesi önemlidir. Bu önemli olduğu kadar da riskli bir şeydir. Çünkü evvel emirde orada ülkenizi temsil ediyorsunuz. Sizin yaptığınız bir yanlış, sadece sizin yanlışınız olarak kalmayacak. Kurumunuza ve ülkenize de zarar verecektir. Bu yüzden Yunus Emre Enstitülerinin başına Yunus Emre'nin ve Tapduk Emre'nin çağdaş versiyonu olan ya da şahsiyetlere ihtiyacımız var. Bu şahsiyetleri bulamazsak hiç olmazsa Ömer Seyfettin'in Pembe İncili Kaftan Hikayesindeki kahramanı Muhsin Çelebi'yi bulmak lazımdır. Ancak öyle bu kurumlar ayakta kalabilir.
Çok kısa bir zamanda felsefe ile edebiyatın menifestosunu birlikte hazırlamış Bu iki disiplinin etle tırnak gibi birbirinden ayrılmadığına kanaat getirmiştik. Bazen üstad, edebiyattan uzaklaşacak olsa Kendisine manifestomuzun ilk sayfasını açar ve orada kalın bir kalemle yazdığımız ilk cümleleri okurduk. "Bakınız üstad! Ümmet-i İslam'ın içine düştüğü acizliğin sebebi filozoflara değer verilmeyişidir. Bir de bunun yanında filozofların da şairlere değer vermeyişi ümmeti irfan geleneğinden uzaklaştırmıştır. Başka medeniyetlere köle olmuştur bu ümmet. Naylon çiçeklerin adını gül koyar olduk."
Eskiler, cümleler veya satırlar gözyaşı gibidir, derlermiş. Ha kalplerden dökülmüş gözyaşları ha gözlerden. Şems-i Tebrizu00ee'den ayrılan Mevlana'nın hasreti gibi. Şeyhinin dergahından uzaklaşan Yunus'un feryadı gibi. Bırak şimdilik ağlamak, hayatı anlatmak olsun, diyormuşum. Hoşça kalın mı diyelim yoksa kendinizde mi kalın demek lazım. Bunu Şamil Hocaya bırakalım. Fakat ben fakirin Farsça bir ifadeyle "Ey Ağaye Şamil Hoca, be ümide didar. Hüda Hafız." Demem yeterli olacaktır.
Her ayrılık bir hüzün işte