Hepimizin şefkate ihtiyacı var-1
Şefkat; “acıyarak ve koruyarak sevmek,” şeklinde tarif edilir. Şefkat, sevgiden kaynaklanan bir kalb inceliği olup merhametle eş anlamlıdır. Bunun için katı kalpli ve acımasız insanlara “merhametsiz” denir. Şefkat ne kadar güzel ve asil bir vasıf ise, merhametsizlik de o kadar kötü ve çirkin bir özelliktir.
İnsan, birçok his ve
duygularla mücehhez olarak doğar. Şefkat, insanın sahip olduğu bu önemli his ve
duygulardan sadece bir tanesidir. İnsandaki şefkat duygusu, Allahü Teâlânın “Rahîm”
ism-i şerifinin bir tecellisidir. Yüce Rabbimiz celle celalüh; güçlüyü zayıfın,
zengini fakirin, büyüğü küçüğün, sıhhatli olanı hastanın, göreni görmeyenin
yardımına koşturur. Evet şefkat ve merhamet kanunu olmasaydı; insan nüfusunun
en büyük kısmını oluşturan çocuklar, ihtiyarlar, hastalar, mazlumlar,
musibetzedeler ve fakirler için hayat bir zindan olurdu.
Mesela insanoğlu
dünyaya geldiğinde, yalnız başına yaşayabilecek özelliklere sahip değildir.
Beslenmesi, bakım görmesi ve sevilmesi gerekir. Bebeğin yanında en az 3 yıl
boyunca gece ve gündüz, bütün ihtiyaçlarını sabır ve anlayışla görecek birileri
lazımdır. Üstelik bunları herhangi bir karşılık beklemeden yerine getirmelidirler.
İşte anne ve babaya bu işi yaptıran Allahü Teâlâdır.
İnsanî duyguları
tetikleyip gönüllerimizi heyecanla şahlandıran şefkat olduğu gibi,
duygu ve düşünce dünyamızda iyilik etme, ihsanda bulunma ve başkalarını
kucaklama hislerini harekete geçiren de yine şefkattir. Şefkat;
kuvvetliden zayıfa doğru sevgiyle ortaya çıkan; acıma ve koruma hisleriyle
kendini gösteren ahlakî olgunluğun önemli bir nişanesidir. Dikkat
edilirse; şefkatte odak noktayı, “sevgi” oluşturmaktadır. Çünkü sevginin
olmadığı yerde şefkat ve merhametten söz etmek mümkün değildir.
Efendimiz aleyhisselamın
ümmetini, mü’minlerin din kardeşlerini, liderin cemaatini, ebeveynin
çocuklarını, zenginlerin fakirleri, sağlığı yerinde olanların hastaları ve
mutlu insanların mutsuz olanları acıyarak sevmeleri ve onların üzerlerine
titremeleri, hep bu asil şefkat duygusunun etkileridir.
Yüce dinimiz İslam’ın
öngördüğü şefkat bütün mahlükatı içine alacak kadar geniş ve kapsamlıdır. Ebeveyler,
çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yetimler, kimsesizler, hastalar ve yoksullar
başta olmak üzere bütün insanlara şefkat göstermenin yanı sıra, diğer bütün
canlılara da şefkatli davranmak müminin çok önemli bir hasletidir.
Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki: “Allah, rahmeti yüz parçaya böldü; doksandokuz parçayı
kendisine ayırıp, kalan bir parçayı yer yüzüne indirdi. İşte bu parça (rahmetten
dolayı) mahlükat (yaratıklar) birbirine merhamet ederler. Öyle ki
atın, (emzirme esnasında) yavrusunu çiğneme endişesiyle bir ayağının
toynağını yukarı kaldırması bile, bu rahmetten kaynaklanmaktadır.” (Buhari)
“Bütün
insanlar Allah’ın ailesidir, insanların en hayırlısı Allah’ın ailesine en çok
faydası dokunandır.” (Taberani)
“İnsanların en
hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Buhari)
“Yanı başındaki komşusunun aç olduğunu bildiği
halde, tok olarak geceleyen kişi, Bana iman etmiş değildir.” (Taberani)
O hâlde
yanı başındaki komşusunun hayatı için gerekenleri karşılamadığını bildiği hâlde
karnı tok olarak yatan kimsenin imanı kâmil değildir. Eğer “komşusunun
durumundan haberdâr olup gücü yetmesine rağmen yardım elini uzatmayan” kimsenin
durumu böyle ise, peki ona şefkat göstermeyip bilakis onun durumunu daha da kötüleştiren
kişinin durumu nasıldır acaba?..
Dinimiz
özellikle komşuya çok dikkat etmemizi emrediyor. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Cebrâil Bana komşu hakkında o kadar çok
tavsiyede bulundu ki; Ben, komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim!” (Buhari)
Dinimizdeki
zekât, sadaka, kurban, nezir, karz-ı hasen, keffaret, vakıf ve benzeri kurumların
temel hedefi, toplumda yardımlaşmayı kurumsal hale getirmektir. Bazı müctehid
âlimler; iyilik ve takvayı emreden, kötülük, aşırılık ve saldırganlığı
yasaklayan âyet-i kerimeler ile ikinci halife Hazret-i Ömer’in uygulamasını
delil göstererek; susuzluk, açlık, yılan sokması gibi bir tehlike ile
karşılaşan birine, elinden geldiği halde yardım etmediğinden onun ölümüne yol
açan kimseye; -eğer bu sonucun doğacağını önceden biliyorsa- taammüden yani
bilerek, bilmiyorsa hataen yani yanlışlıkla adam öldürme cezasının uygulanması
gerektiğini söylemişlerdir…
(Devamı
haftaya…)