Dolar (USD)
34.45
Euro (EUR)
36.42
Gram Altın
2923.67
BIST 100
9240.06
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

'Hepimiz ehl-i sünnetiz'

Türkiye'de bir çok konuda olduğu gibi ehl-i sünnet'in neliği, anlaşılma biçimleri, somut oturduğu koşullardan ziyade metafizikleştirilmiş tanımı daha önde görünmektedir. Bu sebeple, bir bakıyorsunuz statüko ehl-i sünnet diye savunulmaya başlanıyor.

Türkiye'nin çok uzun yıllar boyu yaşadığı sosyal, siyasal hayat ve kültürel hayattaki serencamı, bu anlaşılma biçimi ile direkt ilintili. Netice itibarıyla siyasette geleneksel bürokratik reflekslerin hala öyle işlediği bilinmektedir. Bu bağlamda baktığımızda devletin bir çok kurumunun bu geleneğin içerisinde hareket ederken zamana yetemediğini, statükonun içinde kilitlendiğini ve açılım yapamadığını görmekteyiz.

Ehl-i Sünnet'in kelime anlamı itibarıyla hareket ettiğimizde, zaten bir sorun yok. Hepimiz Sünnet'in ehli olmaya çalıştığımızı söyleyebiliriz. Ama iş ehl-i sünnetin nasıl algılandığına gelince, orada çatallaşmalar başlıyor. Bu konuda tipik bir örnek vermek oldukça aydınlatıcı olabilir. 1980'lerin başında "Ehl-i Sünnet Tetkikleri" isimli kitabın başında yazılış gerekçesi şu şekilde verilmiş.

Yazar anlatıyor; bir yaz günü bir dükkanda misafir idik. Hepimiz çok bunalmıştık. Bu arada namaz için abdest aldık. Orada bulunan kişilerden birisi, bu sıcak günde abdestten sonra ayağına çorap giydi. Biz de, "bunalmıyor musun?, çok sıcak" deyince "Biz Ehl-i Sünnetiz" diye cevap verdi. Çorap giymek ile Ehl-i Sünnet olmak arasındaki ilişkiyi, ehl-i sünnetin teorisine bakarak bulamazsınız. Ancak anlaşılıyor ki, tarihi eklemeler, geleneksel ögeler süreç içerisinde Ehl-i sünnete ekleniyor ve bir müddet sonra artık umde haline gelmeye başlıyor. Geleneksel dindarlık biçimleri, daha çok nesilden nesile tevarüs ettiği için de bu ögelerin temel referansları artık bir müddet sonra çoğunluk insan tarafından bilinemez hale geliyor.

O açıdan tarihsel, geleneksel bir çok ögeler, zaman içerisinde dinin ruknü olarak savunulmaya; bir müddet sonra da statükocu refleksler oluşmaya başlıyor. Bugün Ehl-i sünnet ve hatta mu'tezile ile ilgili ayrım ve algılarda da bu tarihsel ögeler başat belirleyici konumda olabiliyorlar.

Nitekim sayın Şevket Eygi, Pazar günkü yazısında, Türkiye'nin Fazlurrahmanlaşması ve Ehl-i Sünnet meselesinden bahsetmiş. Tahmin edileceği üzere Fazlurrahman'ı bir tarihselci şeklinde tanımlayarak eleştirmiş ve Ehl-i Sünnet olmanın gerekliliğine vurgu yapmıştır. Esasen Eygi, daha önce de bu çerçevede yazdığı yazılarında benzer kategorik ayrımlar üzerinden gitmekte; bu kategorik ayrımlaşma üzerinden tarihi okumaya çalışmakta ve zaman zaman statükocu yaklaşımları ehl-i sünnet çizgisi olarak savunabilmektedir.

Bu çizgi, tüm farklılıkları ve yeni açılımları hiçbir şekilde dinlemeden, dinlenmesine fırsat bile vermeden, formelleşmiş, içerisi son derece geleneksel, tarihsel, konjonktürel ögelerle dolu formların ehl-i sünnet diye savunusunu yapmakta; bunu eleştirenleri ise yenilikçi ve reformcu olarak hafızalarda negatif bir biçimde yargılamaktadır.

İslam dünyası, son 200-300 senedir işlerin yolunda gitmediğinin farkına vararak, yeni arayışlara girmiştir. Bu arayışlar içerisinde hiç şüphesiz çok farklı şeyler söylenmiştir. Bunların hepsini tartışabilmek ve İslam düşüncesinin gelecek ufku için katkılarını ve zaafiyetlerini görebilmek gereklidir ve çok önemli bir entelektüel çabayı içerir. Bunun yerine sürekli "kendi"ni onaylayan ve kapalı bir evrene kilitleyen yapılar, hem kendileri sorun haline gelirler, hem de bir müddet sonra dini savunayım derken statükoyu savunurlar.

Bu bağlamda Gazali'den Fazlurrahman'a ve bugüne kadar tüm düşünce ve yaklaşımların yeniden tartışılması gerekir. Ayrıştırmalarla, "tehlikeli düşünceler" ve "düşünsel ötekiler" kategorisi üretmek tıkanmaktan başka bir şey getirmez. Gelenek ve birikime dayanmak önemli ve gereklidir ama bir o kadar önemli bir şey daha varsa, o da gelenek ve tarihi kutsamamak.