Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.94
Gram Altın
2458.67
BIST 100
9879.66
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

04 Kasım 2019

Hepimiz Dertliyiz

Şikâyetlerden kurulu bir dünyada yaşıyoruz. Her muhabbet dönüp dolaşıp şikâyetlerde alıyor soluğu. Bu kadar şikâyetin ardından elbette hayatından hoşnut olmayan insanlar, huzursuzluk ikliminde yaşanan bir ömür alıp başını gidiyor.

İşinden, şehrinden, evinden, arabasından, mevsimlerden, uzaktan, yakından şikâyetler başladığı andan itibaren ardı arkası gelmiyor huzursuzlukların.

Bir lokma bir hırka ile huzur ülkesinin sakini olan insanlar yok artık. “Daha” diyerek daima daha fazlasını istiyor olduk. Çocukluktan başlayan bir kırılma noktasıdır bu. Her şeye kolay ulaşan, yokluk nedir bilmeyen bir nesli kendi ellerimizle inşa ediyoruz.

“Bizim zamanımızda…” diye başlayan her cümle içimizi biraz daha acıtıyor. Yokluk var, eksikler çok, umutlar sönük ama hiç kimsenin halinden şikâyet ettiği görülmezdi. Hayal kurulacaksa da ayakları yere basan hayaller kurulurdu. “Şükretmek” denen o ferahlık insanın ruhunu, bedenini öyle bir kuşatırdı ki aldığı nefes bile huzur verirdi insana.

Her şey elinin altında olan insan, ulaşmak istediği ne varsa bir “tık” yakınında olan herkes daha fazlasını arzuladıkça elindeki, içindeki sevinci de farkında olmadan yitirir oldu.

Bir işe girmek için büyük sıkıntılara girenler hedefine ulaşınca bir anda çarkın dişlileri arasına kaptırıyor ruhunu. Aymazlık, başıboşluk, lakayt bir tavır hemen ruhuna işliyor. “Bu kadar maaşa çalışır mı?”, “İşçi miyiz, memur muyuz, köle miyiz?”, “Bu işyerinde büyük dümenler dönüyor.”, “Patron, müdür, amir, şef ayrımcılık yapıyor.” “Milletin enayisi ben miyim?”, “Herkes kendi işini yapsın.” gibi şikâyetlerle işini savsaklama hastalığına kısa sürede tutuluyor işini ele geçiren huzursuz yürek.

Çok fazla değil en fazla altı ayda yılların deneyimli çalışanı olup şikâyete başlanıyor. “Ben daha iyi yerlerde olmalıyım.” zehri öyle bir sarıyor ki insanın benliğini ister istemez bulunduğu yeri tatsız tuzsuz bir hale getiriyor.

Müdürünü beğenmeyen memur, öğretmenini beğenmeyen öğrenci, çalışanından hoşnut olmayan amir, anne-babasından uzaklaşmayı maharet sanan yeni yetmeler, herkese kulp takmayı alışkanlık haline getiren burçlardan haber bekleyenler vs. vs.

Okumamaktan çokça şikâyet edilir ama bakarsınız ki şikâyet edenler bile bahanelerin arkasına gizlenerek bir kitabın sayfasını çevirmeden yaşamaya devam ederler.

Trafik canavarlarından illallah edenler de direksiyon başına geçince farklı bir kimliğe bürünüp trafiğin altını üstüne getirdiklerinin farkına bile varmazlar.

“Bizim zamanımızda öğretmene saygı vardı.” diye ahkâm kesenler çocuklarının bozulan psikolojilerini öğretmene saldırarak düzeltmeye çalışırlar.

Kitap fuarlarından şikâyetçi olan yazarı bir şehrin fuarında imzalayacağı kitapları beklerken görürsünüz.

Şiir geceleri şölene döndü diyen şair, şiir programlarına katılmaktan evine gidecek vakit bulamaz.

Sosyal medyanın insan ruhuna açtığı derin yaranın farkına varmadan yaşanıyor ezber bir hayat. Sosyal medyada herkes mutlu, huzurlu, işini en iyi yapan, olaylara hakim, dünyaya duyarlı, olup bitene vâkıf, en iyi anne baba, en iyi evlat…

Gerçek dünyasına dönünce insan bir yığın dert ile yüz yüze gelince kurduğu o yalancı dünyanın altında ezilip kalıyor ve şikâyetleri ardı ardına sıralıyor. Aslında “sosyal medya riyakârlığı” bir virüs olarak benlikleri esir almış görünüyor.

Herkes dertli. Kendinin dışında herkes, herkesten ve her şeyden dertli. Kendi dokunulmazlığını muhafaza ederek dünyaya bakmak gibi bir sarsıntı genişleyerek ve etkisini büyüterek hayatımızın tam da ortasına yerleşti.

“Sağlık olsun.” temennisini çok sık kullanırım. Bunu yürekten söylerim. Yeter ki sağlık olsun, her şey hallolur. İyi olalım, sağlımız yerinde olsun. Çünkü sağlık elden gidince kuracağımız tüm iyi niyet cümleleri sadece bir temenni olarak kalıyor.

Her şeyden şikâyet edenlerin hayatlarına bir bakın. Çokça kırık, çokça dökük şeyler göreceksiniz. Çünkü insan artık elindeki aynayı kendine tutmak yerine dış dünyaya tutarak yaşamayı yeğliyor. Hem de yüzünde kendinin bile inanmadığı acı bir tebessüm ile.