Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.81
Gram Altın
2976.80
BIST 100
9756.04
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
02 Mart 2023

Hep uçlarda yaşıyoruz

“Şimdi söyleyeceğim şey çok önemli, not al” diyordu konuk. Ağzından çıkacak her kelimenin hayati önem taşıdığını düşünen moderatör “Tamamdır, kalemimi hazırladım” dedi.

Konuk; “ Hepimizi kontrol ediyorlar!” dedi, büyük bir endişeyle… Moderatör bu son cümleyi tam iki kere tekrarladı.

Bir diğer konuk, HAARP teknolojisinden bir başkası zaman makinesinden bir başkası da kıyamet senaryolarından bahsediyordu. Ekranlar bu tür insanlarla dolu.

Komplo teorilerine açık biri olarak bazen Amerika’yı fazla abarttığımızı düşünmeden edemiyorum. Kuşkusuz, sahip oldukları teknolojiyi büyük oranda insanlığın aleyhinde kullanan sapkın ve azgın bir topluluk ile karşı karşıyayız.

Küresel servetin yarısını elinde bulunduran bu topluluğun Tavistock gibi kurum ve kuruluşlarla ana akım medya üzerinden insanlığı uyuttuğu da aşikâr. O yüzdendir ki ana akım medyayı asla güvenmem.

Fakat bu tür meselelerde de bir ayarımız yok maalesef.

Ya tümden reddediyoruz ya da olan biten her şeyi küresel şeytani düzenin bir tuzağı şeklinde ultra abartılı, biraz da paranoyak bir bakış açısıyla ele alıyoruz.

Ya çok fazla korkuyoruz ya da çok fazla ümitliyiz. Ya bilimi ve aklı tümden reddediyoruz ya da bilim ve akılcılık üzerine yeni bir toplum oluşturma gayesiyle totaliter yöntemler geliştiriyoruz.

“Kişilere her şeyin sonuna gelindiği inancını aşılamayı” Eric Hoffer şöyle açıklıyor; “Bir kitle hareketi hemen sonuç verecek bir hadisenin propagandasını yaparak insanları kışkırtmayı ve bunun üzerinden iktidarını, gücünü pekiştirmeyi dener.”

Örneğin Hristiyanlığın ilk dönemlerinde kıyametin hemen kopacağını ve sonra Tanrı’nın hakim olduğu bir krallıkta yaşanacağını öne sürerek bir hayli taraftar toplamıştı.

Bugünün uçuk kaçık komplo teorilerine bakıldığında da aynı benzer algının yürürlükte olduğunu görebiliyoruz.

Bu tür komplolar birçok insanda karşı tarafı kadir-i mutlak bir güç olarak görme eğilimine itiyor. Bir yer sarsıntısında bilimi ve aklı göz ardı eden insanların yaşadığı büyük yıkımın yegane nedeninin gizemli teknolojiler olduğu algısı ancak küreselci elitlerin işine yarayacağını kestiremiyorlar.

Şimdi size geçmiş tarihi tecrübemizden kısa bir kesit sunmak istiyorum. Zira bizler, Yunan düşünce sisteminin (tek başına bu da değil) Orta Asya coğrafyasında bilimi ve aklı nasıl zirveye taşıdığını unutuyoruz.

Pers imparatoru, Cündişapur’da Yunanca ve Aramice metinleri Pehlevi Farsçasına tercüme ettirdiğinde Hintlilerin matematik ve gökbilimi, Çinlilerin tıp ile ilgili eserleri yavaş yavaş yerleşmeye başlamıştı.

Önceleri bu tercüme faaliyetlerine Hristiyan bilim adamları da dahil olmuştu. Örneğin Başpiskopos Teodor, Aristo’nun mantığına oldukça hakim biriydi.

Uzun bir zaman sonra Mantık’ı iyice öğrenecek olan kişi Farabi olacaktı. Ali bin Sehl Taberi de Öklid’in Elementler kitabını tercüme edecekti mesela.

El Kindi ise akıl sayesinde kainatın gerçeklerini öğrenebiliriz öyle ki aklın kullanılması insan olmanın özünü oluşturur diyordu.

İbn-i Sina’nın bilim konusunda zihninde hiçbir engel yoktu. Öyle ki hem Zerdüşt talebeleri vardı hem de Zerdüştlük metnini Arapça’ya çevirmişti.

Samanilerin en parlak döneminde genç bir adamı muallim-i salis (üçüncü öğretmen) yapan süreci ve özgürlük ortamını iyi tahlil etmeliyiz, sevgili dostlar.

Yani bundan bin yıl kadar evvel “Orta Asya’nın” kent kültürünü, mimarisini, akli olgunluğunu, bilimde eriştiği seviyeyi anlayamadan bugünkü geriliği anlamlandıramayız.

Bilim ve akıl insan lehine kullanıldığında bunun kentleşme kültürüne ve mimarisine nasıl katkı sunduğunu o günlerden biliyoruz.

Peki, bugün bilimi ve aklı ıskalayarak suçu küresel elitlere atmakla ne elde ediyoruz? Ondan evvel şehirlerimize, şehirlerdeki mimariye, kentsel dönüşüm mantığına bir bakınız.