Dolar (USD)
34.58
Euro (EUR)
36.20
Gram Altın
2965.42
BIST 100
9611.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
02 Ağustos 2022

Hep kazanmak değil, her işe Besmele ile başlamak!..

“Batı dünyasının sineması bile yenilgi yüzü görmeyen kahramanlarla doludur. Kurmaca bir alanda bile yenilmeye tahammülleri yoktur. Her zaman ve her koşulda kazanmaları gerektiğine inanırlar. İlmi tüketen, ahlâki değerleri tüketen, tarihini ve geleceğini tüketen bir insan için yapılacak son işler, aklını çıkarıp atmak ve çıldırmak ya da doğru bir hamleyle geriye dönüp bir yerlerde yanlış yaptığını düşünerek en baştan başlamaktır! İnsan, eline aldığı her işe kazanmak güdüsüyle değil de BESMELE ile başlaması gerektiğini bir kere fark edince, içine düştüğü girdaptan nasıl çıkacağını da görecektir.

O yüzden ilk önce her işe ALLAH’ın adıyla yani BESMELE ile başlaması gerektiğini yeniden öğrenmek, yeniden keşfetmek, yaşadığımız vebalı çağın hastalıklarından, mikroplarından kurtulabilmemiz için atmamız gereken ilk adımdır. Biz zaferle değil, seferle sorumlu olduğumuza inanan insanlarız. Kazanmak ya da kaybetmek zorunda olduğumuz bir oyun sahasında değiliz. Bizler tek ve gerçek galibin ALLAH olduğu, kaybeden insanın da bu durumu hakkında hayırlısı öyle olduğu için kabullendiği ve Yaratıcı’ya rıza gösterdiği bir anlayıştan bahsediyoruz. Bizim sorumluluğumuz, köklerimize bağlı kalarak gerekli zamanlarda atılması gereken adımları atmaktır. Sonrasında kazanmak ya da kaybetmek, bizim irademizin üzerinde olan bir gücün elindedir. Bize düşen, teslim olmak ve kadere rıza göstermektir. İşte, içimizde asıl bulmamız gereken gerçek budur: Kader, Sabır ve Rıza.”

Yazar Davut Bayraklı’nın Mostar Dergisi’nde yer alan bu cümleleri, kafamdaki yazıyı kaleme almama vesile oldu.

“Kazanmaya Odaklı Yapay İnsan Tipi Kimin İcadı?”

Üzerinde düşünmeye değmez mi?

*

Kastamonu’nun iki günlüğüne kafa dinlemek için gelebildiğimiz şirin köyünde tefekkür halindeyken, birkaç on yıllık hayatımın en hareketli günleri, yılları geçti gözümün önünden.

Kimi zaman büyük hırsa kapıldığımı, üzerinde çalıştığım işi “başarmak için” gecemi gündüzüme kattığımı, işler hesapladığım gibi gitmediğinde adeta öfke nöbetleri geçirdiğimi hatırladım.

Başarmak istemem güzeldi ama başarıyı hayatımın merkezine koymakla hata yaptığımı neden sonra fark ettiğimi düşündüm.

Hırs ve öfke ile hareket ettiğimde de hep hata yaptığımı, bana benzemeyen yazılar kaleme aldığımı…

Lâflar ettiğimi…

Öyle bir hâldir ki bu, her şeyin elinde olduğunu, olması gerektiğini, bir şeyler olmamışsa bunun kendinden, daha çok da etrafından kaynaklandığını düşünürsün…

Ya kendini ya da başkalarını suçlarsın.

Bu dünyada, Merhum Sezai Karakoç Üstad’ın işaret ettiği “Yenilgi yenilgi büyüyen zaferlere” yer yoktur.

Ya olacak ya olacak!” saplantısı vardır, nefsi ve başarıyı “ilâhlaştırmaya” kadar gidebilecek tehlikeli bir yolda yürümek vardır Allah muhafaza.

*

Devlet Başkanı’ndan havalı bir ödül aldıktan 4 gün sonra “uykusunda” ölen ABD’li Demokrat-Liberal Claude Pepper, “Hayat bisiklete binmeye benzer. Pedalı çevirmeye devam ettiğiniz sürece düşmezsiniz!” demiş.

Bu söz, bir vakitler sık sık hatırlatılırdı bize.

Pedalı çevirmediğin, çeviremediğin gün düştün demektir!.

Bittin demektir!..

Bize böyle şeyler telkin edildi!..

*

Peki, “insan” bu mudur?

Sürekli olarak pedal çeviren, çevirmeye “mahkûm” bir varlık mıdır?

Daha çok çalış, daha çok kazan, biriktirdikçe biriktir, maddeler dünyasında ilerledikçe ilerle…

Nâmın yürüsün!..

Sonra…

Günün birinde…

Hastalanıp da pedalı çeviremeyecek duruma düşecek olursan…

Yoksun!

Bu mudur yâni?

*

Vah ki vah;

“İki günü eşit olan zarardadır!” Hadis-i Şerifi bile, nasıl da maksadından saptırılmış…

“Nitelik artışı”nı teşvik eden Hadis-i Şerif-i, “nicelik artışı” için kullanmak ve “Servetini, şöhretini arttırmayan ziyandadır!” anlayışına savurmak ne büyük haksızlık, kurnazlık ve hastalık.

Bu yola girmiş bir insan, Allah muhafaza, kazanmak için “her yolu mübah gören” bir anlayışa savrulacaktır.

Sürekli olarak kılıflar üreterek, her yaptığını meşrulaştırmaya çalışacaktır.

Aracı amaç belleyen bu zihniyet dünyası, o araçlara ulaşabilmek için yapmadığını bırakmayacaktır.

Politika dünyasında çok görürüz bunları…

Seçim zamanlarında, birçok aday adayı “rakiplerini” devreden çıkartmak için “karalama”, çoğu zaman da “iftira atma” yoluna sapar.

Aday adaylarından çok azı listeye girebilecektir, listeye girenlerin de çok azı kendilerini milletvekilliğine taşıyabilecek sırada olacaktır.

Demokrasi, “kazananın haklı olduğu” bir modeldir.

Oyun, böyle bir oyundur.

Çobanlıktan maksat gütmek ise, oyundan maksat da ütmektir!..

Ütmek için ne yapmak gerekiyorsa o yapılacaktır!

*

Böyle bir dünyada kimin kime güveni kalır ki, kim mutlu olabilir ki?

Mutluluğun tüketmekte arandığı bir dünya; güveni tüketmek, dostluğu tüketmek, tabiatı tüketmek…

Sabrı, bereketi tüketmek!

*

Hayvan seslerinin iyice azaldığı, “tabii ürün”ün hatıralarda kaldığı bir şirin köyümüzde sohbet halindeyken, başıma ne gelse beğenirsiniz…

Köyün şehirdeki gençlerinden biri KPSS’ye girmiş, memuriyete kapak atabilmek için

Babası telefon aracılığıyla, “Sınav nasıl geçti?” diye soruyor.

Aldığı cevap üzerine de şunları söylüyor:

“O kadar kursa gittin, o kadar para ‘yidin’, bu mu yani? Türkçe çok zormuş!.. Hiç kimse kazanmayacak sınavı yani, öyle mi? Bırak ya, kapat hadi!”

*

Adam bunları söyledi ve kapattı.

Sonra bize baktı…

Konuşmaya şahit olmamızdan dolayı “canı sıkılmış” gibiydi.

Ah bir “Çok iyi geçti, kesin kazandım baba!” deseydi evlâdı…

Omuzları böyle çökeceğine şöyle bir havaya kalksaydı…

Nâmı yürüseydi!

O an ne diyeceğimi bilemedim.

“Yıkılmış haldeki” bu kardeşimize….

“Üzülme be dostum, vardır bunda da bir hayr!” deseydim…

Nasıl bir karşılık alırdım acaba?

Hayır, onca kişinin arasında okkalı bir “fırça” yemek de vardı işin içinde.

O fırçayı yememek için sustum ya!..

Nefsime” ağır geldi be usta!..