Henüz anlayamadılar
Osmanlı’nın Dışişleri memurları, Osmanlı’yı dışarda temsil etmek yerine, dış Dünya’yı Osmanlı’da temsil ediyorlardı. “Batılılaşma”nın ilk kıvılcımını çakan bu mülkiye memurlarıydı.
2. Mahmut döneminde “Batılılaşma” resmiyet ve hız kazandı.
Halk zorbalığa maruz kaldı. 2.
Mahmut, iskarpin ve ceket giyilip giyilmediğini takip için bir zaptiye teşkilatı bile kurmuştu.
Halk, dayatmayı sindiremedi, öfkesini
Padişaha “gavur padişah” diyerek
gösterdi.
Kemalizm aslında daha o yıllarda
piyasaya sürülmüştü.
Dayatılan batılılaşma zorbalığı, toplumda kültürel çatlamaya yol açtı. Kültürel
çatlama o gün bugündür Türkiye’nin yumuşak
karnı, kanayan yarası oldu.
Diğer ülke istihbaratları için bu
yumuşak karın, en kolay, en cazip hedef
oldu. Can Dündar ve Alman istihbaratı bugün bu yumuşak karnı hedef alıyorlar.
Hiçbir halk, hiçbir millet
teknolojiye karşı olmaz, olamaz.
Cep telefonuna, bilgisayara, otomobile,
trene, uçağa, traktöre direnen bir millet, bir insan gösterilemez.
Osmanlı toplumunun, dindar
olması nedeniyle teknolojiye karşı olduğu, bu yüzden geri kaldığımız, laik dervişlerin uydurdukları hurafe ve
safsatalardandır. Sadece masaldır.
Osmanlı toplumu teknolojiye
kesinlikle karşı değildi.
İstanbul’un fethinde zamanın en
ileri teknolojik silahları kullanıldı. Tarihte ateşli silahları en etkin
kullananlar Osmanlı ordularıdır.
16. asırda donanması Hint
Okyanusunda batınca Hindistan’dan İstanbul’a olan karadan yolculuğu boyunca,
misafir olduğu Doğu Sultanlarına, tüfeği, Seydi
Ali Reis tanıtmıştır, “Mir’atül
Memalik”te böylece anlatır.
Osmanlının son asırlarında, Batı
teknolojisinden hızla haberdar olunuyor, süratle hayata geçiriliyordu.
Teknolojinin hayata geçirilme hızı, çoğu kere cumhuriyet döneminden daha ivedi
idi.
Nükleer enerji, dünya ülkelerinde nerdeyse yüzyılını doldururken hâla
nükleer enerji konusunda ayak sürüyor olmamız, ilericilik iddiasındaki Cumhuriyet döneminde, teknolojiye erişim hızının hiç de artırmadığını
gösteriyor. Televizyon yayını, kredi
kartı, asma köprü, otoyola geçişteve
daha birçok konuda Osmanlı döneminden daha hantal olunduğu ortadadır.
Osmanlı toplumunu rahatsız eden teknoloji transferi değil, kültür transferi idi.
Tanzimat-Islahat döneminin “Batıcı” aydınlarının içki, domuz eti, kıyafet, musiki, tiyatro,
balo gibi dandik, zıpçıktı özentileri halkta tiksinti yaratıyordu.
Halk öz kültürüne dokunulmasını, kendisi olmaktan çıkmaya
zorlanmasını kabullenemiyordu.
Teknolojinin kullanılması için fes, dans, şapka, viski neden gerekli
olsundu?
Halkın reaksiyonu, aslında sağlıklı bir toplumdan beklenen sağlıklı
bir tepkiydi.
Millet, başka bir millet olmaya
zorlanmamalıydı.
Olaya cihanşümul bir nokta-i
nazardan bakıldığındaysa, dünyada ikinci
bir Fransa yaratmanın beşeriyet için
ne anlamı olabilirdi?
Hintliler 2 bin yıl önceki
kıyafetlerini hâlâ üzerlerinde taşırlarken, kaç bin yıllık yazılarını
kullanmayı sürdürürlerken, bilgisayarda dünyada bir numaralar. Otantik kıyafetleri ve kadim harfleri
dünyanın en iyi bilgisayar
programları üretmelerine engel olmuyor.
Ülkemizdeki “Batı”ya asimile olmuş
laikçi, seçkinci kesimlerin halka
reva gördükleri “gerici” kelimesi, aslında
halka sıktıkları bir mermidir.
Batıcı
elitist, emekli bürokrat, maaşlı aydın kesimlere göre,beş duyu ile kavrananlar dışında hiçbir varlık olamaz. Bu, müridi oldukları pozitivizmin temel
esasıdır.
İslam’a göreyse “Gayb”a iman şarttır.
19. asrın parlayan yıldızı
“pozitivizm”, daha asrını bile doldurmadan 20. yüzyılın hemen başlarında
tarihin çöplüğüne yollandı.
Çünkü;
Madde, karşı madde, paralel
evren, karanlık madde, zamanın bükülmesi, nötrinolar, ışık hızının
ötesi gibi kavramlar pozitivizmi berhava etti. Pozitivizm antik dinler arasına
yollandı.
Dikkatler İslam’ın vazettiği “gayb
alemi”nin üzerinde toplandı.
Pozitivizm bitmişti.
Bizdeki fanatik laikçi, batıcı zümrenin de pozitivizmle birlikte bitip silineceği beklenmeliyken, 28 Şubat’ta
verilen can suyu ile ikinci baharlarını
yaşıyorlar.
Ne yazık ki;
Pozitivizmin çöktüğünü henüz algılayamadılar, henüz anlayamadılar.