"Helâlleşelim" mi?
Bir önceki yazımızda, CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun “helâlleşme” çağrısını ele almış ve konunun devamını bugüne bırakmıştık.
Bu “samimi” bir çağrı mı, yoksa seçim yolundaki “geleneksel” CHP kurnazlıklarından biri mi?..
Meselenin bu tarafına dair değerlendirmelerimizi geçen yazımızda ifade etmiştik.
Okunabilir.
Bugün şöyle devam edelim:
Kemal Kılıçdaroğlu, iktidara geldikleri takdirde
“Başörtülü bakanlarının” da olacağına dair “söz verme” noktasına gelmişse…
Bir zamanlar, sokakta gördüğü başörtülüye “O geleneksel başörtüsü değil, siyasi simge olan türban!” diyerek saldıran, “Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!” diye saldırtan zihniyet, şimdilerde, hayalindeki kabinesine “başörtülü bakan” koymaktan bahsediyorsa..
Az bir şey midir bu?!
Sayın Kılıçdaroğlu’nun aklından geçen “başörtülü bakan” HDP’li Hüda Kaya da olabilir!..
Bilemem.
Bildiğim, CHP’nin “namaz, niyaz, başörtüsü” karşıtlığı şeklinde tezahür eden “radikal laiklik” anlayışını sürdüremediğidir.
“Başörtüsü” meselesinin de “eskisi” gibi olmadığıdır.
“Rektörlerin selam durmalarını hayal ettiğimiz” başörtüsü, birçok yerde, tam da laikçilerin arzu ettiği gibi “aksesuar” haline gelmiş bulunuyor!
Sadece “kadınlar” için değil dediğim, bu işler “erkekler” için de böyle oldu.
İstisnalar müstesna…
Tam mânâsıyla bir MuhafazaKÂRlaşma hâli!
Rahmetli Ziya Paşa, “Nâmûs u hamiyet sözü kaldı fukarâda” demiş…
Şimdiki zenginlerin çoğu Merhum Ziya Paşa’nın işaret ettiği zenginlerden de, eskinin o “şâir ruhlu” fukarâları mazide kaldı!..
*
Her ne olduysa oldu, hiçbir şey eskisi gibi olmaz artık.
Ve bu ortamda da, bizim sesler duyulmaz ne yazık…
Mesela ben, şimdi desem ki…
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun işaret ettiği tarihten, 28 Şubat 1997’ten bu yana, devletin hangi kaynakları nasıl harcanmış...
Hangileri yerli yerinde kullanılmış, hangileri “suiistimale” uğramış, hepsi, kalem kalem ortaya dökülse…
“Helâlleşme” olacaksa, 28 Şubat’tan başlanarak, tüyü bitmemiş yetimin her kuruşunun hesabı sorulsa…
Zamanın kartel medyasının hortumlamaları, tekelci sermaye grubunun “üç kâğıtları”, o meşhur “5’li Çete”nin işleri…
Rahmetli Erbakan Hoca’nın alaşağı edilmesinden sonra, birçok bankanın içlerinin boşaltılması ve bütün yükün milletin sırtına yüklenmesi…
Vesaire…
Hepsinin hesabı sorulsa…
O günleri Meclis Komisyonu’nda anlatan bir “üst düzey bürokrat”ın şu sözleri yeterince açıklayıcıdır herhalde:
“Batık bankalar işi…Batırılan 25 bankadan 10 tanesinin sahibi medya patronlarıydı! Çok çarpık bir durumdu. Sabıkalı birine, bankaların kredi kartı vermekten kaçındığı birine lisans verirseniz o banka kaynaklarının kötüye kullanılması için kapıyı açmışsınız demektir. 28 Şubat sürecindeki 5-6 bankada emekli askerler, yönetim kurulu üyesi olarak görev aldı. O banka sahipleri işlerini çözebilmek için o günün güçlü gördükleri kişilerinden yararlanma yolunu seçtiler!”
*
Bu “medya-batık banka” işlerinin ve 28 Şubat sürecindeki diğer “sıkıntılı ilişkilerin” memlekete maliyeti mi?
“Fırsat maliyetleri”ni de göz önünde bulundurduğunuzda hesap edilemeyecek kadar çok!
Trilyonlarca dolar diyelim biz!..
Bu paralar birilerinin cebine değil de, “millete, devlete” gitseydi…
Bugün çok daha farklı bir Türkiye’de olmaz mıydık?
Bütün bunların hesabı soruldu mu?
Cevabınız malûm.
*
“Efendim, hesap sormakla sonu mu gelir!”
Benim böyle “ince hesaplara” aklım ermez.
Yüreğim de müsaade etmez.
Ha, kimileri diyebilir ki…
“Sadece 28 Şubat sürecinde mi sıkıntılar oldu, niçin ayrım yapıyorsun ki?..”
Hayır, efendim;
“Ben her dönemin hesabı sorulsun…” dedim kaç kere.
Arzu ettiğim şudur ki,
“Helâlleşmenin ortak paydası helâl rızık olsun!”
Yoksa…
O Şeriatçıymış, o laikçiymiş, o komünistmiş, marksistmiş…
Şu ya da bu mezheptenmiş…
Duruşu belli bir vatan evlâdı olarak, işin bu tarafıyla (helâlleşme bağlamında) ilgilenmiyorum.
“Helâl rızık ortak payda olsun!” diyorum da…
Boşuna tabii…
Şeriatçı olduğu için, ülkücü olduğu için, komünist olduğu için asılanlar çok olmuştur…
Ama…
Yetimin malına el uzattığı için asılan hiç olmamıştır!
Olmaz da!..
Bizler de, böyle, Rahmetli Hasan Celâl Güzel Ağabey’in dediği gibi, “enayice” umut eder dururuz!
Ne olursa garibana olur!..
“Merak etme sen, merak etme sen!” diyor ya,
Ferdi Tayfur!..