Hedefe Yürümek İçin
Bugün benliğimizi, varlığımızı içten içe kemiren yeni virüslerle, mikroplarla karşı karşıyayız... Vurdumduymazlık, kozmopolitlik, boş vermişlik, umursamazlık, lakaytlık, laubalilik...
"Uydum kalabalığa"cı , "adam aldırma"cı tipler gün geçtikçe çoğalıyor...
İşte insanın sefalet, sefahet ve esareti o zaman başlıyor...
Sorumluluktan kaçan insanın sonu ve savruluşu gözler önünde...
Bu durumda bize düşen kendi gerçeğimize dönmektiru2026
Kendi asli rolümüzü yüklenmektir... Sadece kendisi için yaşama bencilliğinden, bireyciliğinden kurtulmaktır... Başkası için yaşama erdemini kuşanmaktır...
Sadece kendimiz için yaşamak şeklindeki bir algı ile kendimizi küçültemeyiz... Misyonumuzu daraltamayız...
Aslında sorumluluklarımız belli...
Ne geçiştirebiliriz... Ne geciktirebiliriz... Ne de görüntü ile yetinebiliriz...
Ne evlilik buna engel... Ne emeklilik bu işin bahanesi... Ne de dünyalık emeller ayak bağı...
Ne tereddüt... Ne tehir... Ne de telaş yok...
Ne hedef küçültebiliriz... Ne zamana yayabiliriz... Ne de yükü omuzlarımızdan atabiliriz...
Bize düşen olup biteni sadece izlemek mi olmalı? Olayları yorumlamakla yetinebilir miyiz? Sorumluluklarımızdan sıyrılamayız...
Çırpınanlardan olmalıyız... Çaba gösterenlerden olmalıyız... Bize düşen budur...
"Bu iş de bana mı düştü?" kolaycılığından, görevi ıskalama kurnazlığından kurtulmamız gerekiyor...
"Nasıl olsa bir üstlenen çıkar" anlayışı yerine "Ben değilse kim?" duyarlılığına dönmemiz lazım
Kimse benim mezarıma girmeyeceğine göre, herkesin amel defteri ayrı ayrı tutulduğuna göre "ben ne yaptım?" sorusu belirleyici olmalı...
Evet, benim hesabımı başkası veremez...
Elimi taşın altına sokmak zorundayım... Davaya omuz vermek mecburiyetindeyim... Bu iş dilinin ucuyla konuşmakla olmaz, parmağının ucuyla tutmakla da yürümez...
Her şey kayıt altında, nasıl lakayt kalabiliriz?
Kutlu yazıcıların tanıklığı devam ediyor nasıl geçiştirebiliriz?
Kendimizi "bekleme"ye alma hakkımız yok, beklenen insan olmalıyız...
"Benim üzerime ne düşüyor?" mesuliyet duygusuyla yüreğimizin tir tir titremesi gerekmiyor mu? Zaten İslam diye bir derdimiz varsa, durmamız, oturmamız mümkün değil...
Hatta evrensel ufuklarda gezinmek için bile yol bulabiliriz... "Fitneden eser kalmayıncaya kadar..." Bir mücadelenin aktif öznesi oluruz... Ateş çukurunun kenarında gezinenlere uzanan el bizim elimiz olur... Habire kalplerin kapısını çalmaktan usanmayız...
Hayatta olmanın en belirgin ifadesi hareket ve hamledir...
Böyle olduğu içindir ki; daha çok emek, daha fazla eylem diyoruz...
Üşengeç davranamayız... Daha fazla geç kalamayız... Sayılı nefeslerimize ne yüklediğimiz önemli...
Düşlerimizin gerçekleşeceği bir zaman diliminden geçiyoruz...
Evet, rüyalarımızı gerçekleştirmenin biricik yolu, mesuliyet ruhu ve mücadele bilincidir...
Zamanın sorumluları olarak iyi bir zamanlama ve doğru bir yapılanma ile birçok zorlukları aşabiliriz...
Tabii ki, bunun için öncelikle bir iç ıstırabı, bir yürek sızısı lazım... Bizi daha ileri hedeflere taşıyacak iman, istikrar, ihlas gerekiyor... Durağan potansiyelimizi harekete geçirecek dinamiklerimizi beslememiz kaçınılmazdır...
Öyle bir duyarlılık ki; insanlığın derdi yüzü gülmeyeni gün yüzü görmeyen, lügatinde rahat, konfor ve özel zevkleri olmayan bir adanış...
Kuşkusuz, sorumluluk olgunluk ister... Özveri ister... Özgüven ister...
Sorumluluk varsa umutsuzluk yoktur...
Sorumluluk duygusu ile müteyakkız, müteveccih, mütevazı ve muttaki olmak vazgeçilmezimizdir...
Sorumluluk dengedir, değerdir, diri kalmaktır...
Aslında diri olmakta yetmez, diriltemedikten sonra...
"Bir insanı dirilten tüm insanlığı diriltmiş gibi olur." diyen bir dinin mensubuyuz...
"Bir kişinin hidayetine vesile olmak..." dünyadaki tüm kazanımlardan daha öncelikli, buna iman etmişiz...
Gerçekler böyle iken hala ağırdan alabilir miyiz?
Unutmayalım ki; salih olmamız da yeterli değil muhlis olmadıktan sonra...
Samimi olmak da yeterli değil, riyakarların, sahtekarların, hilekarların fitne ve fesat sistemleri etkisiz hale getirmedikten sonra...
Artık, toplumsal ıslah projelerimizi konuşmamız lazım...
Çünkü biz çığır açmaya geldik, çukur kazmaya değil...
Yük almaya geldik, yük olmaya değil...
Tarih yazmaya geldik, tarih olmaya değil...
Evet, biz kendimize karşı sorumluyuz. Topluma karşı sorumluyuz... Ve de Allah'a karşı sorumluyuz...
Bunu yok sayan kendine yazık etmiştir...
Şahsa şahsiyet kazandıran sorumluluk şuurudur...
u00c2demoğlu aleme karşı sorumlu, çünkü alem ademoğluna emanet...
Diri ve duru bir dinin mensupları neden dirilmiyor? Durulmuyor? Doğrulmuyor? Direnmiyor? Sorumluluklar neden sulanıyor? Duyarlılıklar nasıl da dumura uğruyor?
Nitelikli Müslüman sorumluluğun idrakinde olan müslümandır...
Sorumluluklarımız bizi harekete geçiriyorsa, bu yaşıyoruz demektir...
O halde sorumluluklarını yüklen ve yürü...
Yüreklere yürü...
Yüzünün akı ile yürü...
Yüksünmeden yürü...
Çünkü yürümek, yüceliktir...