"Hazır ol cenge eğer isten isen Sulh-ü Salâh"
Soykırımcı ABD-İsrail Siyonistleri’nin iğrenç amacı, sadece Filistin toprakları değil. Bu şeytan güruhun nihai hedefi Türkiye toprakları.
Şairler ve yazarlar genelde feraset ve basiret sahibidir. Şair-i Âzam Abdülhak Hâmid’in dedesi şair ve hekim Abdülhak Molla’nın yaklaşık 1,5 asır önce yazdığı şu mısralara bakın: “Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh/Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh” Şair diyor ki: “Bütün devletler, kurtuluşu şu ibretli sözde buldu. Şayet barış istiyorsan harbe hazır ol.” Ahmet Muhtar Paşa’nın “Mehter Marşı”nda da benzer duygulara tanık oluruz: “Allah yoluna cenk edelim, şan alalım, şan/Kur’an’da zafer vadediyor Hazret-i Yezdan.”
15 Temmuz alçak girişimi, ihanet örgütü FETÖ’yü aparat olarak kullanan ABD’nin Türkiye’yi işgal ve parçalama projesiydi. Allah’ın yardımıyla buna muvaffak olamadılar. Bu sözde ‘müttefik’ ülkenin idarecileri, hainler ülkeden kaçarken utanmadan, “Tarafları sükûnete davet ediyoruz.” diyebildi. Yani Türkiye Cumhuriyeti ile terör örgütünü eşitlemeye çalıştılar. Eli kanlı, mazisi kirli, emperyalist ülkenin kiralanmış senatörleri, geçenlerde 40 bin şehidin katili Netanyahu’yu bir saat alkışlayarak iğrenç saflarını göstermediler mi?
“BİZ SAVAŞ ERİYİZ”
Madem bir şairin uzak görüşlülüğünü gösteren mısralarıyla başladık. O hâlde şuaranın bahçesinde dolaşmaya devam edelim. 11 yıl önce ebedî âleme göç eden ve bugün Eyüpsultan’da Yeni Dünya Vakfı’nda rahmetle yâd edilecek olan Mustafa Miyasoğlu, “Savaşçılar” şiirine şöyle başlar: “Bu çağ savaş çağıdır/Biz bir savaş eriyiz/Öldüren bir savaşta/Biz bir ölüm eriyiz” Şairimiz “Dörtlük” ile “Gazze kasabı” ve şürekâsını mı işaret ediyordu, kim bilir: “Elbet bir gün demiştim/Elbet bir gün geçecek bütün bunlar/Geçeceğiz hepsini kirli sarı bir vitrin gibi/Bu çok eski firavun günlerini”
Namık Kemal de milletimizin imanını ve maziden getirdiği kahramanlığı, şu mısralarında dile getiriyor: “Ecdâdımızın heybeti ma’ruûf-i cihandır,/Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır!” İbrahim Alaeddin Gövsa “Mehter Marşları” arasına giren “Türk Bayrağı” şiirinde, aziz devletimizin ve milletimizin sembolünü selamlar: “Kahramanlar bucağında uyandın,/Şehitlerin kanlarıyla boyandın,/Nice düşman kalesine uzandın,/Sana selam ey şanlı Türk bayrağı.” Halûk Nihat Pepeyi, “Türk Destanı’ndan” şiirinde bir savaş hazırlığını tasvir eder: “Çalındı nekkare, çözüldü sancak,/Dört yandan koşarak geldi gaziler,/Kıyamet dolu er sancak, sancak!/Kırklar, evliyalar, serdengeçtiler…” Şair bir gaza meydanını anlatırken bizi de coşturur: “Atılın şahbazlarım, bugün gayret günüdür,/Çalın kılıncınızı, koman düşmanı sakın./Ya gazilik rütbesi yahut cennet günüdür,/Talihini döndürün artık ihtiyar çarkın.”
Ahmet Muhip Dıranas “Bayrak” şiirinde hür bir vatanda yaşamanın ne büyük nimet olduğunu heyecanla anlatır: “Ne toprağa gömülmektir,/Ne ruhun uçmasın tenden!/Ölüm, ölüm, gülerekten,/Bir bayrak altında ölmektir.” Hamasi eserleriyle tanınan Cemal Oğuz Öcal da “Mehter Geliyor” şiirinde, destanlarımızın hangi ruhla, zaferlerimizin hangi imanla kazanıldığını şöyle terennüm ediyor: “Kimi hançer olmuş, kimisi mızrak;/Yüz değil bin değil, kırk er geliyor./Her biri ufukta bir şanlı bayrak,/Gözümün önüne sefer geliyor. /Emretmiş Kanunî, Yıldırım, Murat;/Tuna boylarında oynatmışız at./Nasıl coşmaz nasıl Sakarya, Fırat?/Bir tarih dolusu zafer geliyor…”
DALGALANIR BAYRAK
Fazıl Hüsnü Dağlarca “Vatan Türküsü”nde al bayrağımızın maneviyatımızla nasıl kaynaşıp insanımızın ruhuna kök saldığını çok güzel bir şiirle ifade eder. Şiirin ilk mısraları bu ruhu yansıtmaya kâfi: “Dalgalanır bayrak,/Dalgalanır Fatihalar bayrakta./Siz tâ Orta Asya’dan beri/Uyursunuz uyanırsınız,/Siz düşünürsünüz bu toprakta.” Çocuk edebiyatımızın unutulmayan isimlerinden Ali Osman Atak ise “Mehmetçik” şiirinde, dosta düşmana askerimizin dehasını, cesaretini ve imanını hatırlatır: “Allah Allah deyip yurdu anarak/Kalbinde hürriyet aşkı yanarak,/Başında sancağı dalgalanarak,/Şanlı zaferlere erdi Mehmetçik.” Mithat Cemal Kuntay “Yurt Duyguları” şiirini şu ölümsüz mısralarla tamamlamıştır: “Ölmez bu vatan, farz- ımuhal, ölse de hattâ,/Çekmez kürenin sırtı o tâbût-ı cesimi.” Munis Faik Ozansoy, “Bayrak Türküsü”ne şu beyitle başlar: “Al bayrağı göklerde tutan ellerimizdir,/Bayrak ki bizim sönmeyecek tan yerimizdir.”
SELAM SANA
Günümüzde bazı şairler hamasi duygularla şiir yazmayı önemsemiyor. Vatan, bayrak, toprak, ezan ve diğer mukaddes kavramlar hakkında yazmaya üşenenlere üzülüyorum. Hâlbuki belki de gelecekte sadece bu şiirleriyle anılacaklar. Tıpkı Âkif’in “İstiklal Marşı” ve “Çanakkale” ve “Bülbül” şiirleriyle hatırlanması gibi. İyi ki geçmişte şairlerimiz böyle hatalara düşmemiş, görevlerini ihmal etmemişlerdir. Yüzlerce şiir kitabı ve antolojisi arasında dolaşırken o iyi şairlerden biri olan Suat Taşer’in “Selam Sana Bayrağım” eseriyle karşılaştım. Şairin üç kıtalık bu güzel şiirini okuyalım: “Kuş olsam da uçup gitsem göklere,/Selam desem, selam sana bayrağım,/Ay-yıldızdan nur saçılır her yere,/Selam desem selam, selam sana bayrağım/Kara günler hatıradır ne mutlu/Bu toprağın öz çocuğu hepimiz/Her doğan gün günden daha umutlu/Bu toprağın öz çocuğu hepimiz./Asker doğar şehit ölür gideriz,/Mavi deniz mavi gökler bizimdir,/Bir kükrersek arslandan da beteriz,/Mavi deniz gökler bizimdir.” Şairler insanlık meşalesini taşıyan yüksek ruhlu, derin nefesli güçlü koşuculardır. Şiirlerine yansıttıkları ruh bizim dünyamız, anlattıkları hisler ise maneviyatımızdır. Ahmet Haşim’in tabiriyle “Türkçenin serdarı” olan Süleyman Nazif, “Türk Vatanı” şiirine bir hakikati işaret ederek başlar: “Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak,/Neler yapmış bu millet en yakın tarihe bir sor bak.”
BÜYÜK DOĞU MARŞI
Şairler Sultanı Necip Fazıl Kısakürek, “Büyük Doğu Marşı”nda dünyaya meydan okuyan imanlı bir milletin gücüne işaret ederken maziden istikbale uzanan kahramanlık hikâyemizi toplu olarak anlatır gibidir: “Yürü altın nesli, demir Oğuz’un!/Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun,/Nur yolu izinden git, Kılavuz’un!/Fethine çık, doğru güzel, sonsuzun!” Mehter Marşları arasında kazandırılan bir eser, M. Faruk Gürtunca’nın “Tarihi Çevir” şiiridir. İlk kıtasında mazimizdeki ihtişam vardır: “Tarihi çevir, nal sesi, kısrak sesi bunlar/Delmiş Roma’nın kalbini mızrak gibi Hun’lar/Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Peçenekler/Türk’ün yüce tarihine bin bir zafer ekler.” Gürtunca, ardından Hilâl’in Haç’ı nasıl mağlup ettiğini ve destansı fetihlerimizi söyler: “Dünya atımın nalları altında ezildi,/Kaç haçlı sefer göğsüne çarpınca kesildi./Bir gün gemiler dağlara tırmandı denizden/Kudret ve zafer bizlere miras dedemizden.”
Yürekli, iyi ve hakikatli şairlerimiz çok olup onlardan biri de Cahit Külebi’dir. Mısralarına özümüzü ve sözümüzü nakışlamıştır. Tarih boyunca esir edilemediğimizi şöyle haykırır: “Biz biliriz bizim işlerimizi/İşimiz kimseden sorulmamıştır./Kılıçla, mızrakla, topla tüfekle,/Başımız bir kere eğilmemiştir.” Mustafa Miyasoğlu, Yeni Sanat dergisinin Kasım 1974 tarihli 8. sayısında güneyimizde yaşananları o günlerde görmüş ve yazmıştır: “Ortadoğu gün doğdu sarsın Müslümanları/Subh-i kâzib mi belki okunur ezanları/Acıdan gülen yüzün yıllardır gözü nemli/Bugüne gelmek bugün bugünlerden önemli” Şiirin şuurdan doğduğuna inanan sahici şairler unutulmuyor. Merhum İhsan Işık’ı unutmadığımız gibi. Filistin topraklarında bugün yaşananların benzeri dün de yaşandı. Merhum Işık da o günleri anlatmış zaten: “Akdeniz kıyısında bir çocuk/Saçları darmadağınık soruyor/Nerede kardeşlerim nerede/Alevler yükseliyor çığlıklar yükseliyor/Filipinler’de, Filistin’de/Kıbrıs’ta, Eritre’de./Akdeniz kıyısında bir çocuk/Minnacık parmaklarını sıkmış soruyor/Nerede askerlerim nerede/Gemilerim uçaklarım tanklarım/Ben böylesine suskun duramam/Ben böylesine suskun duramam./Akdeniz kıyısında bir çocuk/Elleri yüzünde ağlamaklı susuyor/Boyu küçük, silahı yok gücü yok/Yerinde duramıyor/Alnında terler boncuk boncuk/Ama ne yapsın/Büyümeye çalışıyor şimdilik/Henüz küçük/Henüz çocuk.”
Bütün insanlar gibi şairler, yazarlar, sinema ve tiyatro oyuncuları da dünya defterlerini kapatıp ahiret yolculuğuna çıkıyor. Kimi rahmetle anılıyor bunların, kiminin cenazesinde alkışlar… Benim ölçüm şudur: Bu kişi Gazze’li çocuklar için iki satır yazdı mı, Bosnalı çocuklarımıza ağladı mı? Doğu Türkistan, Karabağ, Kırım, Irak, Kerkük, Arakan, Suriye, Kıbrıs’ta yaşanan acılara ortak oldu mu? İlgilenmemişse gözümde hiçbir önemi yok. İstediği kadar ‘ünlü’ olsun fark etmez. Bence ‘sanatçı’ önce ‘insan’ olmalı. İnsan olmanın birinci şartı da hemcinslerinin kederini hissedebilmektir. Gerisi laf-ü güzaf…
İNTERNET’TE SİYONİST BASKI
Soykırımcı Siyonistler sadece masum çocukları alçakça öldürmekle kalmıyor, egemen oldukları internette de bu durumu eleştiren, kınayan üyelerine baskı uyguluyor. 31 Temmuz 2024 tarihinde üyesi olduğum İnstagram’da bana hitaben şu satırları okudum: “Fotoğrafını kaldırdık.” Güya “tehlikeli olarak tanımladıkları kişi ve kuruluşların sembollerini paylaştığım” iddia ediliyor. Suçum, şehadet şerbeti içen İsmail Heniye’nin fotoğrafını paylaşmak ve ona rahmet dilemek. Sonra öğrendim ki sansürcüler, bunu sadece bana değil o gün Heniye’nin fotoğraflarını paylaşan herkese uygulamışlar. İlk başta yadırgamıştım ama sonra düşündüm ki bu mecraların sahipleri de Siyonist! Elbette adamlarını koruyacaklar bizi değil. Çünkü onlara göre Filistin’in bağımsızlık mücadelesini desteklemek yasak. Katledilen bebekleri, çocukları savunmak ise suç. Bu acı hakikat bize şunu gösteriyor. Türkiye’de sosyal medya çarpık ve haksız bir şekilde kurulmuş. Kökleri dışarda. Adam bizim topraklarımızda, öz değerlerimize düşmanlık ediyor. Türkiye düşmanı İsrail’i ve zulümlerini savunuyor. Bu konuda devletimiz gereken hassasiyeti gösterdi ve İnstagram’ı hemen yasakladı. Facebook gibi kuruluşlar da bu sansürü uyguluyor. Yukarıda bahsettiğim yasaklama bu kanaldan da bana geldi. Demek ki aynı patronların kuruluşları bunlar. Peki, kıymet hükümlerimize tavırlı olan bu internet medyasına karşı çözüm nedir? Elbette ki “yerli yazılım!” Yerli otomobil, yerli gemi, yerli uçak ne kadar önemliyse yerli yazılım da o kadar mühimdir ve bir an önce mühendislerimiz artık bunu çözmelidir. 85 milyon insanımızı Siyonistlerin araç-gereçlerine mahkûm etmesinler. Yazılı ve görüntülü medyada nasıl yerli ve millî anlayış ağırlık kazandıysa sosyal medyada da bu probleme bir an önce çözüm bulunmalıdır. Bunu hepimizin, Türkiye’mizin iyiliği ve âli menfaatleri için istiyor ve bekliyoruz. Yerli ve millî yazılım, hemen şimdi!