Hayvani oyun
Her yüzyılda bir
dünya sahnesi yeniden kuruluyor. Komedi, dram ve trajedinin iç içe geçerek
oynandığı oyunlarda daha baştan, en başından hangi ülkenin/kültürün/medeniyetin
gülmekten karnının patlayacağı, hangisinin acı çekeceği, acıya seyirci kalacağı
ve hangisinin acının pençesinde delik deşik olup tanınmaz hale geleceği belli.
Başını seyretmeden bile sonunu tahmin edebileceğimiz bir oyun bu. Birinci
perdede kartlar dağıtılır, ikinci perdede oyun başlar ve son perdede kartları
dağıtan bin bir hileyle bütün parsayı toplar.Birileri yener ve hayvani naralar atar,
yenilenler altta kalır ve bin eziyetle ölür, seyirciler ise sadece seyreder; ya
oyuna karıştırılmaz veya zaten kendisi karışmak istemez. Üstelik yenilenin
hiçbir hakkının olmadığı, her türlü ezaya, cefaya, yıkıma, insanlık dışı
muameleye tabi tutulduğu bir “hayvani oyundur” bu. Darwin’in evrim teorisinin
tersine çevrilmiş haliyle dünyamız; kazanmanın hayvanlık statüsünün yükselmesi
anlamına geldiği, kazananların daha da hayvanlaştığı, her elde insanın adım
adım önce maymuna, sonra sırtlana, en nihayetinde yılana dönüştüğü ve hayvanlık
kertesi yerçekimine yaklaştıkça daha da azgınlaştığı, en kötüsü, güçlü hayvan
olarak zayıf olanları da hayvan olmaya zorladığı tuhaf bir oyun alanıdır.
Oyunun zaman kurgusu da dekorları gibi önceden
ayarlanmış: Yüzyılın perdesi kapatılırken tuhaf, kulakları sağır edici
sessizlik eşliğinde geçici bir karanlık vardır ve sonra değişen mekanlarla
birlikte yeni yüzler, yeni oyunlarla sahne bir daha açılır. Dekor, ışık,
kişiler, olaylar birbirinin türevi olarak o yüzyılı doldurup taşırıyor,
yeniden, bir daha başlıyordur böylece her şey. Bundan iki yüzyıl önce,
1800’lerin başını düşünün. Bütün bir Avrupa, kendi üretimi makineleri,
fabrikaları gibi harıl harıl çalışıyor. Kıtanın bir ucundan ötekine ışıklar
döşeniyor. Felsefe, iktisat, ticaret, eğitim, siyaset hepsi kendi işini, olması
gerektiği gibi yapıyor. Dünyanın geri kalanı ise silik bir süluet olarak ya
kalın derisinin gerisinde uyuyor veya kibrinden bu hareketlenmeyi ıskalıyor.
Tembelliğin, ataletin, ihmalin faturasını hayatın bir gün mutlaka göndereceğini
bilmiyor. Birileri kan ter içinde çalışır, yeni bir dünya inşa etmenin
gayretiyle bir saniye bile yerinde durmazken, ötekiler ya olduğuyla,
elindekiyle yetinmenin veya elindekini yitirmemenin küçük hesaplarını yapıyor.
Ve yüzyılın sonlarında Batı’nın bütün o üretimleri patlayarak dünyanın dörtbir
tarafına zulüm, talan, yok etme üzere dağılıyor. Elektrik bile öteki dünyayı
ışıtmak için değil, yakmak için gönderiliyor. O gün bugündür dünyanın keyfi
kaçmış durumda. Çünkü 1900’lerin başı aynı zamanda Batı’nın ürettiklerinin
karşılığını aldığı, dünyanın geriye kalanının tükettiklerinin faturasını
ödeyeceği bir sürecin adı oluyor. Zaman yeniden tanımlanıyor, mekanlar yeniden
paylaştırılıyor, bilginin oluşumu, tedavüle konuşu ve yaygınlaşması kendine
yeni paradigmalar oluşturuyor. Öncesinde herbir kültür havzasının kendine yeten
değerlerinin üzerine Batılı değerler abanıyor, onları kıpırdayamaz hale
getiriyor. Onları ya geri çekilmeye veya büsbütün yok olmaya mahkum ediyor.
Batı dünyası, biliminin bütün imkanlarını siyasetten savaş alanlarına
doğrultarak dünyanın hakimi olmaya başlıyor. O süreçte, rahatını kaçıran
arsızları, hırsızları, gaspçıları, zeka düşkünü fazlalıklarını içinden söküp
atarak Amerika kıtasına gönderiyor ve bir sonraki yüzyılda yapacağı pis işleri
yaptırabilmenin, ateşe maşayla yaklaşmanın etkin yöntemlerinin bir yolu olarak
Amerika Birleşik Devletleri’ni kendi gölgesi olarak kurguluyor. Bir
Cermen-Anglosakson-Norman ve Hispanik sentez olarak ABD insanlık tarihinin o
güne kadarki en kirli karışımı kabilinden dünyanın kenarında palazlanıyor,
öteki kıtalara uzak olmanın rahatlığıyla paranın, üretimin, değerin, soyut ve
somut bakiyelerin mağmasına dönüşüyor. Dünya Savaşlarının her ikisine de
sonradan müdahale ederek kendine bir pay çıkarıyor, dünyanın ağası ünvanını
özellikle ikinci savaştan sonra pekiştiriyor. Amerika’nın yükselişi dünyanın
düşüşü anlamına geliyor elbette. Hırsızlar, arsızlar en tepeye konduğunda eşyanın
doğası gereği adalet en aşağıya düşer. Haydutların kurduğu sistemde iyi
insanlar hapishaneye tıkılır. Delilerin, cahillerin ülkesinde dahiler ve
bilgelere kelepçe vurulur. Ahlaksızlık sistematik hale geldiğinde ahlak geri
çekilir, ayrıntıya, araca dönüşür. Hayvani yasalar egemen olduğunda beşeri
yasalar yeryüzünü terk eder. Hukukun gücü kaybolduğunda gücün hukuku devreye
girer.
Bugün dünyanın
en büyük sorunu, son üç yüzyıldır yatan, kendi karanlıklarında devinen
nesillerin borcunu ödemek zorunda kalan yeni dünya insanının mutlak çaresizliğidir.
Geri kalmış veya bırakılmış Ortadoğu, Afrika ve Asya, Avrupa’nın bile değil,
Amerika’nın zalim ellerine terk edilmiş durumda. İsrail’in Filistin’i işgalinde
yaşanan manzaralarla kez daha gördük ki bizi hayvanlar, hayvani yasalar
eşliğinde hayvana dönüştürmek istiyor. Bir haydutlar tahakküm alanı olarak
dünya, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar çaresiz. Birleşmiş Milletler
örgütlenmesinden başlayarak küresel çaptaki bütün oluşumlar Avrupa-Amerika dışı
memleketlerin dünyanın dışına sürülmesinin aracına dönüştürülmüş durumda.
Hayvanların insafına terk edilmiş bu sahipsiz süreçten neredeyse tek bir çıkış
yolu yok. Yirminci yüzyılın başında içindeki iyileri ayıklayıp ortasında
entelektüel birikiminin can çekişen son kımıltısını da yok eden Batı için artık
bundan sonra insanı ve insanlığı yeryüzünden tamamen çıkarıp atmaktır hedef.
Yazıkki hümanizm ile başlayan insanı yeryüzünün efendisine dönüştürme hedefi
transhümanizm üzerinden makinalaşmış insana, posthümanizm üzerinden de şeytanın
sözcülüğünü üstlenmiş hayvan-insana dönüşmüştür.
Köpek havladığı
zaman, havlayarak cevap vermiyoruz. Yılanın çatallı diline dilimizi çıkararak
muamele etmiyoruz. Amerika-İsrail hayvanlığına da hayvanca cevap vermeyeceğiz.
Onlar öldürdü diye biz öldürmeyeceğiz, onlar zulüm yaptı diye biz zulme
bulaşmayacağız. Onların dilini kullanmak, onlar gibi olmaktır çünkü. Çünkü
insan, hayvanla arasına, insanca bir dil kullanarak mesafe koydu. Bu vakitten
sonra yapılacak tek şey, insanlığımızı kaybettiğimiz yere dönerek orada yeniden
onu bulmaya çalışmaktır. Çalışmaktır ve bunu, sadece bunu yapacağız.