Hayret Voltası
Hiç bir müzede mutlu olmadık. Sokakta mutlu olduğumuz kadar. Her birimizin bir köşesini canlandırdığımız yekpare canlılık müzesi; sokaklar. Herkese açık. Biletsiz giriş. Müze ise daha çok ölüm sonrasını gezdiriyor. Yaşanmışlıkların çok sonrasını... Çoğu zaman oldukça da masraflı. Sokak soluktur. Müze ise biraz ölüm sessizliği. Tamam. Kestiiik! Yazımız sokak ile müze arasındaki on farkı konu edinmiyor. Kalemin ağzı torba değil ki büzesin diye bir atasözü de hiç duyulmadı.
Hayata çıktığımızda kitap sayfalarındaki heyecana benzer fakat daha sürprizli, daha beklenmedik okumalar yaparız. Bin alemdir. Günler fasiküllerdir. Monotonluk cildiyle tutturulmuş sıradanlıklara kızmayınız. Yaşadığımızın işareti değil mi o tekrarlar? Gün doğdu. Acıktık. Batamadı, batması gecikti; o zaman da çaya dadandık. Battı; yine acıktık. Yine besmele. Yeniden şükür. Gün doğmadı; "Allah büyük!" Dedik. Öğleni kıldık mı, geçirdik mi bilinmez. İkindin'e "Vel'asr! Geçiyor zaman, el aman!" . Akşama bir telaş, bir kıyam...Derken; yatmadan önce kurak yanımıza bir yudum su; hızlı abdest ve yavaşlatılmış fanilik; yatsı...İlla olacak bunlar. Ten de acıkacak, ruh ta...İhtiyaçlar molasında hep o lüks hayat özlenecek. Muhtaçlıktan, çocukluktan, ergenlikten arınmış, şöyle iki de bir mızıkçılık yapmayan o seçkin insan...Özlenecek tabi ki.
Fakat ne kadar çok hayret edersek, o kadar az kıvranacağız hasretten. Sevinç zıplaması ile acıdan düşmelerimizin çarpışmalarından doğacak o kıvılcım tadı.
O hasreti kolaylaştıran okunası bir şey işte; sokak. Sokak diyorum; hayatın hayrete çıkan yanı. Gündelik ilginçlikler geçidi...
BİR : Yayayım. Kimselere muhtaç değilim. İstersem; toplu taşımın sülalesi bizzat şahsıma özel, bana ait. Akpil'im dopdolu şükür. Yolda kalmışlara ve bakiyesi yetersizlere yetip artacak kadar...
İki yabancı/ecnebi mi deseydim bizim mutlu Türklerin trafik kurallarını çiğnemesine hayret ederek kuralsız yayalar olmanın tadına vardı. Gördüm. Kendi dillerince gülüşüyorlardı. Bu koyu itaat ve biat kültürünün çocuklarının böylesine küçük, gündelik kaçamaklarla kendilerini rahatlattıklarından gaflette olmalıydılar. Aksine çok önemli konularda, nasıl da sorgusuz sualsiz, boyunlarını kıldan ince tuttuklarından da... "Gaflettteydiler"
İKİ : Marmaray'dayım. Kapışma başarılı geçti. Cebren sosyalleşmeye yatkın vaziyette, hiç tanımadığım insanlarla ru00fb be ru00fb, oturarak kıtaları aşıyor olduğumun bilincindeyim.
İki veya üç genç kızın taramalı gibi konuşmaları arasında, üç kulağım ve ben orta yerdeyiz. Neymiş. Hasır örgü alıyorlarmış. Onları Amerikan servis şeklinde yapıştırıyorlarmış. Baş kısımlarında da mor plastik çiçekler...Ama şimdi kullanmayacaklarmış bunları. Evlenip evleri olunca kullanmak üzere şimdiden yapıyorlarmış. Artık usul böyleymiş. Napalımmış mecburlarmış. Fakat akşam yemeğine o renk gitmezmiş. Akşam yemeği servisine başka renkli olanları koyacaklarmış. Birden sordum. "Nedir bu kadar heyecanlandıran sizi. Bir resmini gösterin bari... Cehaletimi bağışlayın. Ben sizin gibi dantelektüel biri değilim. " Hemen resmini bulup gösterdiler. Çok cıvıl cıvıldılar. Farklı bir kuş öbeği... Müstakbel hacılarının mutluluğu için çırpınacak bacılar grubu. Depresif, kibirli entelektüel tipinin çok uzağında bir hava muhalefetiydi bu.
ÜÇ : Yabancıların sahibi ve çalışanı olduğu bir mağazada, harika bir insan tadı, güler yüz, nezaket nedeniyle "Bu mağazada bir kenara kıvrılabilir miyim?" duygusunu yaşarken, birden, ürünün konduğu eski gazetelerden yapılmış sevimli bir kese kağıdı dikkatimi çekiyor. Çanta olduğunu unutup gazete kağıdını okumaya çalışırken, yan tarafında bir yazıya rastlıyorum. "Sulukule sakinlerine yaptırılmıştır." Ne hoş bir sosyal sorumluluk("maun") örneği. Konuşuyor ve tebrik ediyorum. El emeği haklı kazanç yollarını açarak, ellerinden geldiğince insanımızın elinden tutmuş olmaları ne güzel!