Haykırış.
Batı
Afrika ülkesi Togo Dış işleri bakanı Robert Dussey in Birleşmiş milletler genel
kurulunda Batıya haykırışı, son iki yüz yıllık batı ve dünya tarihine karşı bir
manifesto oldu adeta.
Afrikalı
bakan tüm dünyaya şöyle seslenmişti.
Küçümseyiciliğinizden
bıktık, kibrinizden bıktık. Bıktık, bıktık ve bıktık'
'Siz
kim oluyorsunuz da bizi bu şekilde hor görüyorsunuz? Siz kim oluyorsunuz da
bizi bu şekilde aşağılıyorsunuz?
Aslında
Batının geçmiş sömürge tarihine karşı yapılan ilk haykırış değil bu. Geçmişte
de Senegalli Yazar ve Yönetmen Ousmane Sembene nin İngiliz kraliyet ailesinin
kendisine vermek istediği ödülü yine benzeri haykırışlarla red etmesi özgürlük
adına kaydedilmiş önemli bir anekdot olmuştu.
Batı
Afrika Ülkesi Togo gibi Senegal’de Avrupa’nın, köle ticaretinde, yıllarca
Afrika’nın çıkış kapısı olarak kullandığı bir liman oldu.
Afrika kıtasından insanlık dışı yöntemlerle toplanan köleler bu ülkede gemi
hangarlarında istiflenerek Avrupa’ya götürülüyordu.
Avrupa’daki binlerce dönümlük kauçuk tarlalarında, köle olarak çalıştırılan
ve fazla kauçuk toplayamadığı için elleri kesilen 5 yaşındaki çocukların,
kesilen ellerinin önüne atıldığı babaların ülkesi Senegal ve Togo.
Ve kolsuz
ve elsiz kalan çocuklarına bakarken, yaşadıkları duyguları ve
gözyaşlarını, asla tarif edemiyeceğimiz, boyunlarındaki
zincirlerle, gözyaşlarını silmek zorunda kalan kölelerin ülkesi.
Bilge kral
Necaşi’ye akraba ülkenin insanları.
Ve Belki
çoğumuz, isimlerini ilk defa duyduk Robert Dussey veya Ousmane Sembène.
Evet,
Ousmane
Sembène, İngiltere kraliyet ailesi tarafından
kendisine verilen ödülü almamıştı ve ‘Sizi
Afrika’dan silene kadar savaşacağız’ ifadesiyle Batı ülkelerine
meydan okuyarak, özgür olmak isteyen tüm Dünyanın duygularına tercüman olmuştu.
Kendisine
verilen, Kraliyet Onur ödülü için düzenlenen törende, ön koltukta oturan kraliçenin gözlerinin içine bakarak,
boyunlarındaki zincirlerle gözyaşlarını silmek zorunda kalan atalarının,
haykırışını seslendirdi.
Zira,
birkaç çuval fazla kauçuk toplayamayan beş yaşındaki çocukların, elleri
kesilirken, çıkardığı çığlıkların yankısı halen tazeydi.
İngiliz
kraliçesi ve Avrupa her zamanki gibi bir tiyatro izleyeceklerini sanıyorlardı.
Fakat,
birazdan yaşanacaklar tiyatro değildi. Kirlettikleri tarih
sahnesindeki kırmızı perde hafif aralanacak, Yaşanan gerçekler ve acılar o
sahneden o tiyatroyu düzenleyenlerin yüzüne tokat gibi vurulacaktı.
Ve Ousmane
Sembene kürsüden tarihi konuşmasını yapıyor.
Sayın
baylar ve bayanlar.
Konuşmama
İngiliz dilinde devam etmeyeceğim için hepinizden özür dilerim.
Sizin
topraklarınızdayım ve sizin sahibi olduğunuz sistem içinde sizin tarafınızdan
payelendiriliyorum.
Ancak asıl
konuşmam Senegalce olacaktır.
İngilizler
geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize,
gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler.
Gözümüzü
açtığımızda ise; Bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.
İngilizlerin
dinini, dilini öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din bizi hep çalışmak
zorunda kalan itaatkâr köleler yaptı. Özgürlük için her karşı
geldiğimizde, bizi birbirimizle savaşmak için ikna ettiler ve silah verdiler.
Hem de
sadece kendi kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil’den
ibaret sanan vahşi savaşçılar.
Hastalıklar
yaydılar. Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf
düşürdüler.
Atalarımızı
zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler.
O büyük
binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri insan etinin üzerine inşa ettiler.
Her çeşit
yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler. Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı için bizleri
öldürdüler.
Büyük
acılar ve ölümcül işkenceler ördüler.
Bugün
gelenlerde aynı sistemle hala işgale devam etmekteler.
Yeni
ilaçları, biyolojik silahları ve hastalıkları deneyen gönüllü doktorlarınızı
istemiyoruz.
Emperyalist
sisteminizde, geri dönüşüm ekonomisiyle aslında sömürü olan yiyecek
yardımlarınızı kabul etmiyoruz.
Birbirimizi
anlamamızı zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi
red ediyoruz.
Özgürlüğümüzü
ilan ediyor, Afrikalı insanlar olarak doğduğumuzu ve Afrikalı ölmek için de
bütün Avrupa’yı topraklarımızdan kovuyoruz.
Birbirimizi
öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı,
Felsefe
adına önümüze sürdüğünüz batının sığ kafalı laflarını,
Hukuk
adına yaptığınız şövenistliklerinizi istemiyoruz.
Siz
kabul etmeseniz de bir Afrikalı, en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir
batılı kadar onurludur.
HER İNSAN ONURLU DOĞAR. Ve HİÇ BİR İNSANIN BİR
KRALİÇENİN VERECEĞİ ONURA İHTİYACI YOKTUR”