Dolar (USD)
32.50
Euro (EUR)
34.95
Gram Altın
2430.05
BIST 100
9799.06
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Hayırlı bayramlar dilerim

Bilinçten azade hiçbir mekan ve zaman tasavvuru gerçekleştirilemez. İnsan dışındaki varlıkların hiçbirinde mekan ve zamana yönelik önemli bir atıf yoktur. Bir zaman ve mekan inşacısı olarak insan içinden geçtiği zaman dilimlerini de duyularının deri altına yerleştirdiği mekan parçalarını da önemli hale getirir ve kendiyle birlikte bulunduğu her yere taşır. Son aşamada mekanlara değer biçerek birilerini diğerlerine öncelikli kılan da zamanlara çentik atarak onu özel kılan da hafızadır.

Önem verdiğimiz ve kendisiz asla yapamadığımız mekanlar vardır. İç dünyamıza süzülüp oradaki pürüzleri arındıran, sadece yaşarken değil düşünürken de içimize ferahlık veren her mekan aynı zamanda onunla özel bir ilişki kurduğumuz bir toprak parçasıdır. Kutsalın mekanları, medeniyetin mekanları kolektif şuurun önemlileri olurken yaşadığımız şehirler, mahalleler, evler, bahçeler de özel hayatımızın somut göstergeleridir. Günler içinde kıymet verdiğimiz vakitler, haftanın ve ayın belli günleri, yılın belirlenmiş zaman dilimleri ile hafızamızda yer etmiş anılar bu özel atfiyetin ürünü olarak zamanın diğer akış biçimlerinden ayrılır ve özelimiz olurlar. Böylece bireysel seçmeler yaparak hayatımızı olduğundan daha düzenli, daha değerli hale getirmiş oluruz.

Bayramlar senenin en önemli zaman dilimleridir. Her dinde, her inançta, her kültürde ve her coğrafyada bayram vardır ve bu, özel kutlamayı, ritüelleri ve davranış biçimlerini gerektirir. Biz Müslümanların iki bayramı var: Ramazan ve kurban. Her ikisinin de bağlamına göre oluşmuş nitelikleri bulunuyor ve biz buna uymayı garanti ediyoruz.

Ramazan bayramı otuz günlük bir beden ve ruh yenilemesinin ardından o otuz günü hak edişin bir hediyesi olarak bir kutlamaya dönüşür. O güne, hayata yeniden başlamanın coşkusuyla uyanır, o sabahı Allah ile aramızda bir yıllık yeni bir sözleşmeye adayarak karşılarız. Yenilenmiş bedenimiz hayat yolculuğunda dinlenmiş ve yeni ufukları keşfetmek için, yenilenmiş ruhumuz ise ciddi özeleştirilerden geçerek yeni pusulalar eşliğinde koordinat belirlemek için sabahın erken vaktinde camiye gider, namazını kılar ve dönüşte bütün dargınlıklar, iletişime dair arızalar onarılarak caminin avlusundan başlayarak görülen herkesle selamlaşmaya, dargınlıklar bir tarafa bırakılarak hal hatır sormaya ayarlanır. O sabah, güneş doğarken bütün bedenlerden huzurun ışığı yayılır. Her yüzde bir tebessüm, her yürekte hafiflemiş bir duygu, her tende uçmaya hazırlanmış bir tazelik bulunur. Baharın gelişi nasıl toprağı yararak dışarı çıkan kardelenlerle somutlaşırsa bayram sabahı da bizimle öteki insanlar ve dünya arasında yeni bir bağ oluşturur. Evimize gider, büyüklerimizin ellerinden öper, onlardan hayır duası alırız. Yaşıtlarımızla tokalaşır, çocuklara olduğundan daha şefkatli bakar, hediyeliklerini verir, bütün bir aile dünyanın ilk sofrasıymışçasına kahvaltıya oturur, geçmişin üzerimize saldığı ağırlığı atarak neşeli bir sohbete başlarız. Bayram, sadece ruh ile bedenin yenilenmesi değil, sabahın daha o vaktinde dünyayla gevşeyen bağlarımızın bir daha sıkılaştırılması, yüksek bir enerjiyle insanca yaşama iradesinin ortaya konmasıdır.

Kahvaltı sonrası mezarlık ziyareti yapılır. Bu aslında bir bakıma ölülerimizin de hala yanımızda olduğunun, onların da bizim bir parçamız addedildiğinin simgesel bir karşılığıdır. Oraya gider, ölülerimiz ölmemişçesine onlarla yaşadığımız anıları hatırlar, fısıltıyla konuşur, ruhlarını yad ederiz. Mezarlık ziyareti kopmuş olan tarafımızı yeniden kuşatır, kaybettiklerimizi buldurur ama aynı zamanda son durağın orası olduğunun altını çizer. Şehir, topluca kentin sınırlarının dışına çıkar, mezarlıkta buluşur. Bir bakıma, yüz yıl sonrasının şehri mezarlıkta kurulur ve bu bilinçle eve dönülür. Mezarlık ziyareti böylece doğum öncesi ile ölüm sonrasını da hayata dahil eder, ufkumuzu genişletir, fiziğe metafizik ekler.

Öğleden sonra akraba ziyaretleri başlar. Dargınlar, küsler, ne vakittir birbirini ihmal edenler tebessümle birbirinin yüzüne bakar, güzel şeylerden konuşur. O gün şehirlerimizin daha kalabalık görünmesinin bir sebebi de unuttuklarımızın hatırlanmış olmasıdır. Dünyanın bütün yasaları birleşse bayramın öğle sonunda akraba, eş dost ziyaretinin yaptığı onarma işinin üstesinden gelemez. Aileden başlayarak toplum bu ziyaretler üzerinden yeniden şekillenir, zincirin kopmuş olan halkaları birbirine bağlanır, gevşemiş olan sıkılaştırılır ve atmosfere birlik mesajı gönderilir.

Akşamleyin de devam eder bu ziyaretler; çaylar, kahveler içilir, tatlılar ikram edilir. O gün hiç yorulmaz insanlar. İnsana daha yakından bakmanın, dünyayı, hayatı, yıldızları daha yakından görmenin fiyakasını cilt o kadar içselleştirir, öylesine benimser ki yorgunluk kapının dışından içeri girmeye bir türlü cesaret edemez. Sadece çocuklar değil, büyükler de neşeli olduğu için yaşı ne olursa olsun o tazelik bedenleri dolaşır, çocukça bir sevinç kalbin gözeneklerini açar, onun içine masmavi bir gökyüzü ekler.

Geceleyin yatağımıza çekildiğimizde bile çocuğun ağzında kalan şeker tadı benzeri bir aroma benliğimizi dolaşır, güzel rüyalar gördürür bize. Ölülerimiz rüyalarımıza tebessümle girer. Bayramın büyüsü o kadar sarıp sarmalamıştır ki rüyalarımız bile cennetten bir hediye olarak hayra yorulacak olan cinsindedir. Bütün bunlar, uyku öncesi hepimize “keşke hep bayram olsa” dedirtir. Böyle bir çalışma yapıldı mı bilmiyorum ama muhtemelen ramazan boyunca ama özellikle bayramlarda suç oranı muhakkak düşüyordur. Bütün mesele her gün bayram olmasa bile her günü bayrammışçasına yaşamak, hayatın içine bayramı olduğundan daha fazla davet etmektir. Hangi bayram, kendisine yönelen daveti reddeder ki? Yeter ki içimiz her an bayrama ayarlı olsun. Hayırlı bayramlar dilerim.