Haydi Şapkanı Çıkar
Yakın dönem
Türk tarihi ve modernleşmesi üzerine kafa yoran herkes bilir ki “şapka ve
kıyafet devrimi olmasaydı ne Hakko olurdu ne de Vakko. Hakko ile Vakko’nun
hikâyesine bu yazımızda kısmen de olsa değinmeye çalışacağız. Aslında bizim
derdimiz ne Hakko’yla ne de Vakko’yladır. Bu başat unsurlardan yola çıkıp
Cumhuriyet dönemine bir ışık tutmak istiyoruz. Sadece Cumhuriyet dönemine
değil. Osmanlının en sancılı dönemleri olan Tanzimat ve Islahat Fermanı sonucunda
çıkan Avrupai giyim kuşama da göndermelerde bulunacağız.
Bugün
kravat ve takım elbise resmi kurumlarda yürürlükte olmasına rağmen sanat,
edebiyat ve hatta siyaset cephesinde sivilleşme adına pek tercih edilmeyen bir
giyim kuşam olmuştur.
Kravatın Hırvatlardan geldiğini öteden beri biliyordum. Buna karşın
şapkanın Hristiyan kültürü hatta şapka öncesinde Padişah İkinci Mahmud’un bir
dayatması olan fesin de Yunan-Hristiyan kültüründen geldiğini düşünüyordum.
Daha doğrusu öyle biliyordum. Hatta ve hatta çarşafın da sadece Müslüman
kadınlar tarafından giyildiğini biliyordum.
Yakın zamanda
Filistin’e yaptığım bir seyahatte özellikle Kudüs’te şunu görmüştüm. Yahudileri,
Ağlama Duvarı civarında genciyle yaşlısıyla ve yepyeni şapkalarıyla duaya daha
doğrusu ağlamaya geldiklerini gördüydüm. Yine Filistinli Müslüman kadınlar gibi
dindar Yahudi kadınlarının da çarşaf giydiklerine şahit oldum. Özellikle
otobüste giderken Haredilerin (Ortodoks-Dindar-muhafazakâr Yahudiler) yaşadığı
bölgeden geçiyorduk. Orada başında kippa olan sakallı ve peyotlu (yanlarda
bırakılan saç örgüsü) bir Yahudi vardı.
Bu dindar Yahudi’nin yanında ise iki çocuklu çarşaflı bir kadın vardı. Çocukların
da başında kippa ve saçlarında sarkan birer peyotları vardı. Önce biraz itiraz
edecek oldum, bu Müslüman kadının bu Yahudi ile ne işi var diye. Sonrasında
rehberimiz İbrahim Dindar Bey’in ayrıntılı anlatımıyla ikna olmuştum. Yalnız
şurada Kippa ile şapka arasında ince bir farka şahit oldum. Daha çok genç ve
seküler Yahudiler şapka giyerken Ortodoks-dindar Yahudilerin Kippa taktıklarını
gözlemlemiştim.
Bir sonraki
giyim kuşam olarak fes, kravat ve takım elbisenin Osmanlı coğrafyasındaki serüvenine
bir göz atmakta fayda vardır. Belki buradan şapkaya geçiş yapabiliriz.
Osmanlı
döneminde; giyim kuşam alanında ilk devrim şüphesiz Padişah II. Mahmut zamanında
yapılmıştı.1826’da sarık ve cüppe yasaklandı, memurlara ilk kez fes, pantolon
ve ceket giyilmesi zorunluluğu getirildi. Peki ya “fes” Osmanlı’ya nasıl geldi.
Fesin de Yunan giysisi olduğuna dair kısmi bir bilgiye sahiptim. Meğer bu bilgi yanlış imiş. Bakın fesin kökeni neresiymiş?
II. Mahmut;
yeniçeri ocağını kaldırınca, onlara dair hiçbir iz ve alametin de kalmasını
istemiyordu. Padişahın bu yöndeki fikrini öğrenen ser-asker ve Kaptan-ı Derya
Koca Hüsrev Paşa (şimdiki Genelkurmay Başkanı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı) harekete
geçmişti.
Serasker ve
Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa'nın Akdeniz seferinden dönüşünde Fas'tan Fes
şehrinden getirdiği feslerin kalyoncu askerlerine giydirilmesiyle benimsenen
fes, Sultan Mahmud'un fermanı üzerine imparatorluğun resmi şapkası olmuştu.
Kravat
takılması ve göynek yerine gömlek giyim kuşamı da Sultan Abdülmecid devrine
rastlar. Daha doğrusu onun bir devrimi kabul edilir. Abdülmecid de İkinci
Mahmud gibi bütün memurlara, pantolon giymeyi zorunlu hale getirir ve kendisi de
Osmanlının kravat takan ilk padişah olur. Zamanla kravat, aydınlar arasında
benimsenir. Padişah tarafından takılması da yüksek sivil memurların ve devletin
ileri gelenlerinin kravat takmalarına yol açmıştır. Kravatın da Hırvatlarda
askerler, çiftçiler ve avcılar arasında soğuktan korunmak için kullandıkları
bir aksesuarın Hırvatlarca Fransızlara tanıtılması sonucu bütün dünyada kullanılmıştı.
Osmanlı’da kravat, Birinci Dünya Savaşı bittiğinde tüm devlet memurları tarafından
kullanılıyordu.
Tekrar şapkaya
geri dönelim. Vitalli Hakko, bir Yahudi idi. Şapka devriminde köşeyi dönmüştü. Ama
Vitali Hakko’ya gelinceye kadar özellikle Osmanlı toplumunda şapkanın şöyle bir
macerası olmuştu. Şapkayı Osmanlıya ilk getiren Beyaz Ruslardır. 1900’lü
yıllarda, İstiklal Caddesi’nde, şapkacı dükkânı açarak, yaptıkları şapkaları,
azınlıklara satmaya başlamışlardı.
Türkler
arasında ilk şapkayı takanlar ise Sultan Abdulhamid’in istibdat yönetimi
nedeniyle Avrupa’da yaşayan Jön Türkler olmuştur. 1923 yılında ise; şapkayı ve
Batılı giyim tarzını, yurtdışında ilk olarak İnönü ailesi giymişti. Milli Şef
İsmet İnönü; Lozan’a, üzerindeki askeri üniformayı çıkararak Fransa’dan
getirilen frakla (şapka türü) katıldı. Bu sırada; İsmet İnönü’nün eşi 26
yaşındaki Mevhibe hanım da Avrupa’da ilk defa çarşafını çıkararak eşinin
yanında, yeni bir hayata başlamıştır. İngiliz Leydiler gibi giyinmiştir.
Şimdi şapka
yok. Ama şapka kanunu hâlâ yürüklükte…
Not: Safahat Mektebi -Osmanlıca Safahat programını birlikte başlattığımız kıymetli dostum Prof. Dr. Ali Kurt Bey yoğun bakımda yatıyor. Acil şifalar diliyorum. Ona dua edelim.