Haydi Öl Öl Öl!..
Kendi elemanlarını bile bile ölüme gönderen terör örgütlerinin, herhangi bir olay ve dolayısıyla can kaybı yaşanmadığı zaman kendi elemanlarını katlettikleri sıkça yaşanan bir durumdur.
Terör örgütleri, terör eylemlerinde yaşanan ölümlerde ya da terör ile ilişkilendirebilecekleri can kayıplarında hayat ararlar. Onlar için her bir ölü/m daha çok huzursuzluk ve daha fazla ölü/m habercisi olabileceği için önemlidir. Kan varsa, ölen varsa terör örgütleri memnun olurlar, kan yoksa hayat bulmayacaklarına inanırlar.
Aslında bir nebze doğrudur da. Her canlı organizmanın yaşaması için asgari ihtiyaçlar olur. İt için insan dışkısı, koyun için ot yeterli gelirken; mesela bit, pire, terör örgütleri gibi organizmalar için insan kanı olmazsa olmazdır.
Geçtiğimiz günlerde ölüm orucundaki DHKP-C üyesi Helin Bölek ile İbrahim Gökçek tedaviyi de beslenmeyi de red ettiği için hayatlarını kaybettiler.
Bu iki ölüm için çok şey söylendi, konuşuldu. Doğruların yalanlara kurban verildiği bir konu da yaşanan bu hadise idi. Çünkü öyle bir algı yaratıldı ki sanki “iki masum şahıs!” insanca yaşamaktan mahrum bırakıldıkları için ölüm orucuna başlamışlar ama hükumet, devlet buna seyirci kaldığı için de bu 2 kişi ölmüş.
Bu doğru değil,
Peki, işin aslı ne?
Resmi yazışmalarda çok detay var.
Sağlık Bakanlığı avukatları, ölüm orucunda sağlık durumları bozulan Helin Bölek ile İbrahim Gökçek için "tedavi amaçlı kişisel koruma kararı" verilmesi talebiyle 11 Mart'ta mahkemeye başvurdu.
Mahkeme, her ikisinin de tedavi için zorunlu olarak hastaneye yatırılmasına karar verdi. Ancak Helin Bölek ile İbrahim Gökçek’in avukatları bir gün sonra karara itiraz etti. Çünkü onlar için bu iki insanın canlısı değil, istismar edecek, terör propagandasına dönüştürebilecekleri cansız bedenleri lazımdı.
Bakınız;
Bu iki kişinin tedavisi için Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 7 kişilik bilim kurulu heyeti oluşturuldu. Kurul, adı geçen 2 kişinin yaşama döndürülmelerine yönelik gün be gün raporlar hazırladılar, tedavilerinin sonuç vermesi için aralıksız çalıştı. ‘Aslında grevdeki bu 2 kişi de razı olmuştu.’ Bunu gören kimi doktor, avukat, terör örgütü elemanı ve grevdekilerin arkadaşları tedaviyi de beslenmeyi de red etmeleri için bu 2 kişiye baskı yaptılar. Baskılar netice verdi ve bu 2 kişi de tedavi ve beslenmeyi red etti.
Resmî kurumlar buna rağmen 2 eylemcinin ölmemesi için çabalarını sürdürdü; Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne yatırılan bu 2 şahsın tedavisi için bilim kurulu tavsiyelerine uygun çalışmalar yapılıyordu. Ancak avukatlar ve örgüt sempatizanları her gün Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ni basarak sloganlar attılar. Koronavirüs salgınının en yaygın olduğu günlerde Hastaneyi basan avukat ve örgüt sempatizanları bilinçli olarak hastanede tedavi görmekte olan diğer hastaların tedavisine mâni oldular. Günde 10 bin kişinin tedavi görmekte olduğu Hastanede sloganlar atmak, gereksiz koridor ve odalara girmek suretiyle diğer hastaların hayatlarını tehdit ettiler. Amaçları diğer hastaların hayatını tehlikeye sokacak tacizlerle bu 2 kişiyi hastaneden çıkarmaktı.
İnsanın kanı donuyor değil mi?
Ama asıl üzüldüğüm ne biliyor musunuz?
Bu provokasyona katılanların büyük bir kısmının doktor ve avukat olması...
Bilhassa korona günlerinde insanlarımız ölmesin diye kendileri gibi ailelerinin de hayatını tehlikeye atan fedakâr doktorlarımız seferber olmuşken bu olayda örgüte destek veren doktorların 2 insanı ölüme göndermek için insanlık dışı bir yaratığa dönüştüklerini görmek acıydı.
Avukat, doktor ve diğer örgüt sempatizanlarının tacizlerinden dolayı hastanede ciddi sağlık sorunları baş gösterdi. Diğer hastalarda korku ve panik başladı. Ve hastaların binlerce yakını hastane önüne gelince işler tehlike arz edecek boyutlara vardı. Bununla terör yanlıları amaçlarına ulaşmıştı.
Bütün bunlara rağmen 2 kişinin tedavisini arzu eden resmi makamlara avukatlar 3 şart koştular:
Bütün DHKP-C örgüt üyeleri serbest kalsın,
Arama listelerindeki örgüt üyelerinin arananlar listesinden çıkarılsın… gibi.
Anladığınız gibi mesele konser, şarkı söyleyip söylememe değildi.
Netice:
Avukatlar ve diğer örgütçüler bu 2 kişinin başında bekleyip hep birlikte tempo tutarak HAYDİ ÖL ÖL! diye slogan ve çığlık atmak suretiyle bu 2 insanı ölüme göndermişlerdir.