Haydi, Mağaralara çekilelim…
İnsan, ayağına tam uyumlu ayakkabı, üstüne de oturacak elbise arar ve bunlar için bir emek sarf eder. Fakat bazılarının kendi iç dünyasına – fıtratına ve ebedi hayatına tam uyumlu şeyler için ve de manevi şıklık için bir arayışta olmaması çok gariptir…
İnsan daima bir arayış içindedir. Çoğu kez de aradığını bulamaz! Ararken koşar, bitkin düşer, bazen de yara bere içinde kalır ama ne aradığının bilincinde değildir. Bulduğu da sadece geçici hevesler ve uğraşılar olur, o da hamuruna fayda ve değer katacak yumruklar olmaz!
Büyük insanlar pişmek, olgunlaşmak için mağaralara çekilmişlerdi. Bizlerde mağaralara çekilelim. Günümüzde o Allah dostları gibi fiziki olarak mağaralara çekilmemiz mümkün değil, zaten o şartlarda bizler yapamayız ve bize çok ağır gelir ama tefekkür mağarasına çekilebiliriz… Üstelik tefekkür mağarası aydınlık ve nuranidir ve mutlaka buldurur… Ayrıca aç kalmak da gerekmez! O nurlu mağarada kendimizi ve aradıklarımızı; Rab’imizi ve aydınlık hakikatleri bulabiliriz…
Habîb-i Ekrem Efendimiz (sav) sırf kendine peygamberlik gelmesi için inzivaya; vahiy gelsin diye mağaraya çekilmedi: Kendini bulmak, hakikatlere erişmek için mağarayı ve inzivayı seçti. “Demek ki, Cenab-ı Hak büyük mürşidleri böyle bir müddet inzivada terbiye, tasfiye ve tezkiye ettikten sonra tenvir ve irşad vazifesiyle mükellef kılıyor. Ve bu sebebledir ki, bir mâ-i mukattardan (Saf su) daha temiz ve berrak olan yüreklerinden kopup gelen nefesler, kalblere akseder etmez bambaşka tesirler icra ediyor...” Asa-yı Musa Risalesi - 262
Dünyada ki çirkin hadiselerin sebebi; bizim düşünceyi bırakıp, mideye, dünya lezzetlerine dalmamızdan dolayıdır. Düşünce ve tefekkür yoksunluğu da lezzetleri – sefahati ön plana çıkarıyor. Neticesinde onlara ulaşmak için her çirkin yolu nefis bize mübah gösteriyor. Onun neticesinde; başkalarının hakkını gasp etme, cebelleşme – savaşlar meydana çıkmış oluyor. İşte Esad gibi zalim herifler, kendilerine İlah-i kudret tarafından verilenlere kanaat etmiş olsalardı, ne kendi ebedi hayatlarına zulmeder, ne de insanlığın dünya hayatını kahrı perişan ederdiler…
Düşüncesizlik, düşünceyi elden bırakmak hem İlah-i emirlere ters düşmeyi sağladı, hem de mide ve dünya hevesleri önde at gibi koştururken, insan ise peşinde yaya ve de rezil rüsva hale geldi… Tefekkür eksikliği, düşüncesizlik koca insanları öyle bir maskara hale sokuyor ki anlamanız için sadece konuşmalarına ve muhakemesizliklerine bakmanız yeterli olacaktır. Koca koca insanlar, basit meselelerde, çok ciddi uğraşılarla yok olup gidiyorlar…
İnsan tefekkürün nurani mağarasında inzivaya çekilince karşılaştığı: “Necisin? Nereden geliyorsun? Ve Nereye gidiyorsun?” suallerine yine Bediüzzaman’ın: “İnsan bir yolcudur. Sabâvetten (çocukluk) gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-Mülk (Her şeyin gerçek sahibi Allah) tarafından verilmiştir.” muhteşem cevabıyla karşılaşıyor...
Son söz: Işıklı ve nurani mağaraya; tefekküre çekilmez isek; gerçek karanlık mağaraların medeniyetsiz insanları Müslümanlara ve mazlumlara zulmetmeye devam edeceklerdir ve İslam birliği de gecikmiş olacaktır! Şükürler olsun ki; düşünmek ve tefekkür çok kolay ve de çok ucuz…