Haydarı Kerrar Ali (ra)
Ali (ra) Hz. Peygamber'in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Resulullah’ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.
Dersler ibretler:
·
Hilafet ve halife seçimi, bir an dahi
geciktirilmemesi gereken bir görevdir.
Hz. Peygamber’in vefat ettiği gün
Medineli Evs ve Hazrec kabilelerinin ileri gelenlerinden bazı kimseler Sakīfetü
Benî Sâide denilen hurmalıkta toplanarak içlerinden birini devlet başkanı
seçmek istediler. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de devlet başkanının nasıl belirleneceği
konusunda bir usul vaz’ edilmemişti. Resûl-i Ekrem (sav) de müsait olmadığı
zaman genel olarak kendisinin yerine namaz imamlığına Ebu Bekr’i (ra)
geçirmişti. Ancak vefatından sonra devletin başına kimin geçeceği hakkında bir
şey söylememişti.
Medineli Müslümanlar bu hususta
kendilerini yetkili görüyorlardı. Zira onlar Medine’nin yerlileriydi ve
hicretten önce de bu şehirde yaşıyorlardı. Çoğunluğunu Mekkeli muhacirlerin
teşkil ettiği diğer Müslümanlar ise buraya sonradan gelmişler ve yanlarına
sığınmışlardı. Dolayısıyla Resûlullah vefat edince riyâsetin kendi hakları
olduğunu düşünmeye başladılar ve toplantıda bu makama Sa‘d b. Ubâde’yi aday
gösterdiler. Sa‘d b. Ubâde Hazrec kabilesinin reisiydi ve devlet başkanlığının Ensar’ın
elinde bulunmasını istediği için teklifi kabul etti. Yaptığı konuşmada Ensar’ın
İslâmiyet’i benimsemek ve korumak suretiyle fazilet kazandığını, Kureyşliler’in
Hz. Peygamber’e eziyet ettiğini anlattı. Ensar’dan bazı kimseler ise Sa‘d’ın
riyâsetini uygun bulmuyorlardı. Ayrıca onlardan bir kısmı, muhacirlerin bu
duruma rıza göstermemesinin muhtemel olduğunu söyleyerek konunun başka
yönlerine de dikkat çektiler. Bu arada Kureyş’ten bir emîr, ensardan bir emîr
seçilmesini teklif edenler de oldu.
O sırada Ömer (ra) Ensar’ın
toplandığını öğrendi ve Ebû Bekir’e (ra) durumu bildirdi. Bunun üzerine her
ikisi, Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı da yanlarına alarak toplantı yerine gittiler.
Burada uzun bir konuşma yapan Hz. Ebû Bekir, Resulullah'ın (sav) kabilesine
mensup olan muhacirlerin ona ilk önce iman ettiklerini ve kendisine yardımda
bulunduklarını, çeşitli eziyet ve işkencelere dayandıklarını anlattıktan sonra
Hz. Peygamber’in dostları ve akrabaları sıfatıyla emirliğin onların hakkı
olduğunu söyledi. Bu arada Ensar’ın faziletlerini dile getirip İslâmiyet’e ve
Resûl-i Ekrem’e yaptıkları hizmetlerin inkâr edilemeyeceğini, ilk muhacirlerden
sonra en şerefli kimselerin Ensar olduğunu belirtti ve Hz. Ömer ile Ebû
Ubeyde’den birini halife seçmelerini istedi.
Ancak onlar, “Allah’a andolsun ki,
sen sağken bu görevi üzerimize alamayız. Çünkü sen ilk muhacirlerin en
meziyetlisi, hicret sırasında mağarada bulunan iki kişiden birisi ve namaz
kıldırmakta Resulullah'ın (sav) halifesisin; uzat elini sana biat edeceğiz”
diyerek ona doğru yürüdüler. Bu sırada Ensar’dan Beşir b. Sa‘d onlardan önce
davranarak Hz. Ebû Bekir’e biat etti. Onun arkasından Sa‘d b. Ubâde hariç orada
bulunanların hepsi Ebu Bekr’e (ra) biat ettiler. Ertesi gün de Mescid-i
Nebevî’de Medine’deki Müslümanların büyük bir kısmı biat etti. Hz. Ali ile
diğer bazı sahâbîler ise daha sonra biat etmişlerdir. Böylece Hz. Ebû Bekir
Medine’deki Müslümanların büyük bir çoğunluğunun biat etmesiyle halife seçildi.
·
Ebu Bekr ve Ömer’in (ra) Beni Saide
bahçesindeki toplantıya müdahil olmaları, riyaset sevdası sebebiyle değil,
olası büyük bir fitnenin önünü almak içindir.
Bir asırdan fazladır, İslam
ümmetinin halifesizlik sonucu yaşadıkları felaketler malumdur. İki milyara
yakın ümmet, adeta çobansız sürü misali darmadağın ve parya halindedir. İslam
diyarının her yanı hakikaten veya hükmen işgal altındadır. Her yanda savaşlar,
katliamlar, sömürü ve talanlar… Tüm bunlar, hilafetin asla boşluk kabul
etmediğini net olarak ortaya koymaktadır. Durum bu iken, Şia ve onların
algılarına gelenler, sahabeye hakaret etmekle kalmıyor, ümmet içinde de büyük
bir fitne ve düşmanlığa sebep olmaktadırlar.
Şia, İslam tarihinin bu gibi
kritik safhalarını çarpıtarak, ümmet içinde fitne çıkarmak için her türlü yalan
ve iftirayı uyduruyor. Güya Resulullah'ın (sav) na’şı şerifleri daha yerdeyken,
onlar riyaset sevdasına düşmüş, danışıklı döğüşle hilafete konmuşlar. Buna daha
bir sürü başka iftiralar da ekleyerek, önemli bir tarihi olayı, tersyüz
ediyorlar. Daha da ileri giderek, hilafet yerine imamet diye bir hikaye uydurup
bunun da Allah (cc) tarafından ezelden Ali (ra) ve onun soyuna verildiğini
iddia ediyorlar. Tabi ilk üç halifeyi, imameti gasp ettikleri içi (haşa)
lanetliyorlar. Diğer sahabeleri de bu gasıp halifelere biat edip onların gasplarını
onayladıkları için tekfir ediyor ve onlara her türlü iftira ve hakareti ibadet
sayıyorlar. 15 asırdır bu iftiraları köpürterek, kendi taraftarlarındaki kim ve
nefreti hep diri ve canlı tutmak için yapmadıklarını bırakmıyorlar. Her yıl
aşura gününde yaptıkları Kerbela mersiyeleri, ve kanlı gösterileri de bu kin ve
nefreti körükleyip harlamak içindir.
Osman (ra) döneminin ikinci
yarısından sonra başlayıp o gün bu gündür devam eden ihtilafların körüklenmesi,
ihtilafın iftiraka dönüştürülmesi, sonra da düşmanlık ve kardeşlik kavgalarının
sür git devam ettirilmesi, işte bu gibi iftiralara dayanmaktadır. Şia’yı üretip
yöneten ve yönlendiren derin güçlerin gayesi, ne Resulullah'ın (sav) na’şına
saygı, ne ehli beytin hukuku, ne de ümmetin selametidir. Aksine onlar, ümmetin
devri saadetteki gibi bir ve beraber olup yeniden dünyada İslam adaletini tesis
etmesi ve dünyaya hakim olmasından korkuyorlar. Tüm çabaları, bunu geciktirmek,
hatta mümkünse engellemek içindir.