Hayber
Peygamber, davet üzerine Medine’ye hicret eder. İslami bir devlet kurulacaktır. Lakin yaşayanlar sadece Müslümanlar değildir. Müşrikler ve Yahudiler çok az olarak da Hıristiyanlar vardır.
Önderimiz hemen her tarafın
temsilcilerini çağırır ve yazılı bir anlaşma yapar. Her toplumsal kesimin hak
ve vazifelerini belirleyen bu sözleşmeye “Medine
Sözleşmesi” denir.
Hobbes, Locke ve Jean Jacques Rousseau
toplumların bir arada yaşamasının temelini toplumsal sözleşmenin (Anayasa)
sağladığını söyler ama bunu bir türlü örneklendiremezler.
Benû Kaynuka, Benû Nadir ve Benû
Kurayza ve diğer ufak Yahudi kabileleri Medine’de huzur içerisinde yaşamaktadır. Fakat iç dünyaları rahatsızdır. Yahudiler
kurtarıcı beklentisi içerisindedirler. Lakin gelen peygamber kendilerinden
değil Araplardandır. Bunun için İslami tebliği kesin bir şekilde reddederler.
Ancak içlerinden gene de Müslüman
olanlar vardır. Abdullah ibn Selam
gibi.
Ne var ki bu huzur fazla sürmez.
Bedir savaşında Müslümanların galip çıkması içlerindeki ateşi alevlendirir. Benû Kaynuka çarşısında bir Müslüman kadına
Yahudi gençler sataşır, üstünü başını yırtarlar. Geçmekte olan bir Müslüman
olaya müdahale eder ve kavgada bir Yahudi ölür. Bunun üzerine Yahudiler
Müslüman’ı şehit ederler.
Mahalleleri Müslümanlarca kuşatılır. Hiçbir
ölüm olmadan anlaşma sağlanır ve Kaynuka Yahudileri Medine’yi terk ederler.
Benû Nadir
Yahudileri Mekkeli müşrikleri Bedir savaşının intikamı için kışkırtmaya
başlarlar. Müslümanlarla araları bozulur. Peygambere bir haber yollayarak “üç sahabe ile gel bizim üç âlimimiz ile
tartış başarılı olursanız dininize girelim” derler. Niyetleri suikasttır.
Hançerlerini elbiseleri altına saklarlar. Resulullah durumu haber alır ve
mahalleyi kuşatır. Yine iki taraftan da kan dökülmeden anlaşırlar. Nadir
Yahudileri Medine’yi terk ederler.
Mekkeli müşrikler toparlanıp
Medine’nin önüne gelmişlerdir. Tarihte “Hendek
Savaşı” olarak bilinen çarpışma cereyan etmektedir. Benû Kurayza Yahudileri bu esnada Medine Sözleşmesini ihlal edip
Müslümanlara ihanet ederler. Savaş bitince bu kabilenin üzerine yürünür. Benû
Kurayza Yahudileri de sürülmüş ancak bu olay diğer iki kabile gibi kansız
neticelenmemiştir.
Sürülen bu Yahudi kabileleri Hayber’e yerleşirler. Burada da
Müslümanlar aleyhine çalışmaya devam edip Mekkelilerle anlaşırlar. Şayet Peygamber bir tarafın üzerine yürüyecek
olursa diğer taraf boş bırakılan Medine’ye saldıracaktır.
Yahudiler Uzza putuna tapan müşrik Gafatan kabilesi ile de anlaşmaya
varırlar.
Peygamber Hudeybiye anlaşması ile
Mekkelileri diskalifiye ettikten sonra Hayber’e sefer düzenler. Gafatan
kabilesi birliğin geçeceği yolun üzerine yürüyünce Peygamber ordunun yolunu
değiştirip Gafatan kabilesinin yerleşim yerine yönelir. Yahudilerin
müttefikleri mecburen geri dönerler. Resulullah tekrar Hayber’e yönelir. Kale
içine sığınan Yahudilerin 20.000 savaşçısı vardır. Müslümanlar ise 1500
kişidir.
Sonunda Müslümanlar galip gelir.
Yahudi muharipleri Hayber’den sürülürler. Kalanlar ile sulh akdedilir. Hatta
aranın düzelmesi için Peygamber önde gelenlerinden dul Safiye isimli bir hanımı nikâhlar ve onu müminlerin annesi
mertebesine yükseltir.
Bölge ahalisinin mallarına el
sürülmez. Ele geçen Tevrat kitapları kendilerine iade edilir.
Bütün bunlara rağmen Yahudiler yine
rahat durmayıp Efendimizi zehirleyerek öldürmek için suikast düzenlerler.
Güncele geçmeden önce yukarıda ismi
geçen Abdullah ibn Selam’dan biraz
söz edelim. Yahudi alimi olan bu zat Müslüman olduktan sonra bütün benliği ile
İslam’ın hizmetine girmiş, Benû Nadir’in kuşatmasında bulunmuş, Suriye ve
Filistin’in fethine iştirak etmiştir.
Günümüzde ise BAE yönetimi ile yakın
ilişkiler içerisinde olan Mazraui
isimli bir soytarı Suudi Arabistan’a Hz.
Muhammed döneminde Hayber’den çıkarılan Yahudiler için İsrail’e tazminat
ödenmesi ve vatandaşlık verilmesi çağrısında bulunmuş.
Suudi Arabistan ve BAE... İkisi de
Arap ülkesi... Al birini vur diğerine.
Birileri “ümmet” lafını duyunca Müslümanları Arap sevicilik ile suçluyorlar.
Oysa bilmiyorlar ki ümmet bilincinin altında yatan cevher İslam şuurudur.
Asla etnik köken değildir. Soruyorum:
Yahudi kökenli Abdullah ibn Selam mı
ümmete dahildir, yoksa Arap kökenli olan Yahudi taraftarı Mazraui mi?
Bu basit hakikatin sırrına bir erebilsek
zulüm ne İslam coğrafyasında kalır ne de yeryüzünde.