"Hayatın İki Yüzü: Sevinç ve Hüzün Üzerine"
Yazar Ramazan Temelkuran’ın ilham veren yazısını okuyucularıma aktarmayı bir borç bilirim..
Sevinç mi hüzün mü ?
İnsanlar hayattan şikayet edip dururlar.
Oysa hayat nedir?
Bir yönüyle sevinç ve hüzün arasındaki gelgitlerden oluşmuyor mu?
İnsanoğlu ister ki hep mutlu, sevinçli ve huzurlu olsun. Hayatı hep dört dörtlük yaşasın. Hiçbir şey eksik olmasın. Yesin, içsin, keyfine baksın istiyor.
Doğrusu biz de istemiyor değiliz. Öyle bir şey bizim için de fena olmaz. Hem kim böyle bir şey istemez ki?
Peki bu mümkün mü?
Kısmen mümkün olabilir ama tamamen olamaz.
Neden mi?
Çünkü bir var eden var. Ve çok entesandir ki var ettiği şeyler arasında mükemmel bir aheng ve düzen var. Bunu evrenin her safhasında görebilirsiniz.
Her şeyi yoktan var eden yaratıcı her şey gibi hayatı da dengede yaratılmıştır. Gece gündüz, iyi kötü, erkek dişi gibi ..
Sizler bu gibi gibileri istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz.
Bu yüzden bir açıdan hayat bu iki olgudan meydana geliyor diyebiliriz.
Kişinin çok sevinçli olduğu bir zamanda ani bir haberle mutsuz olabiliyor.
Ya da hüzünlü olduğu bir esnada mutlu olabiliyor.
Düşünsenize eşi hamile olan birinin çocuğu doğduğunda hemşirenin kucaklamış olduğu çocuğu getirip, babasının eline vermesi, babanın bu çocuğu eline alıp, koklayıp öpmesi ile sevinçten havalara uçuyorken, 5 dakika sonra içeri giren aynı hemşirenin tekrar çıkıp, çocuğun annesinin kaybedildiği haberini vermesi babada nasıl bir etki birakiyor sizce?
Çocuğun doğması ile az önce sevinçten havalara uçan baba, eşinin vefatıyla yıkılmaz mi ?
Az önceki sevinci ile şimdiki hüznünü nasıl tarif edebilirsiniz?
Veya 5 dakika önce sıfır araba alan birinin 5 dakika sonra arabasının kaza yaptığını bir düşünün.
Buna benzer örnekleri siz kendiniz de çoğaltabilirsiniz..
Bilinmelidir ki Hayatın gerçekleri olan sevinç ve hüzün birbirlerini tamamlayan birer olgudur. Sevinçsiz bir hayat çekilmeyeceği gibi hüzünsüz bir hayatında bir yerden sonra bir anlamı olmayacaktır.
Bunlar birbirlerini besleyen, biri olmadan diğerinin bir anlam ifade etmediği gerçeğini ortaya koymaktadır.
Ancak önemli olan kişinin bu olgulara nasıl baktığıdır.
Kişi kendisini mutlu eden şeylerle karşılaştığında, bunun güzel bir şey olduğunu hissedip, bundan haz almasını biliyor. Ve bu mutluluğun kendisi için böyle devam etmesini istiyor.
Peki ya hüzünle karşılaştığı zaman.. ?
Aynı şeyi bunun içinde istiyor mu?
Şimdi diyeceksiniz ki “Kim isteyebilir ki?”
İşte insanoğlunun gerçek anlamda hayatın ne olduğunu bilip, bilmemesi ya da anlayıp, anlamaması burada ortaya çıkıyor.
Eğer kişi hüznün de yaşadığı hayatın bir parçası olduğunu görüp, kabul ederse hayatı anlamış olur. Ve gerçek anlamda yaşamış olur.
Aksi takdirde tek taraflı bir hayat düşünüp o şekilde yaşamaya çalışır. Bu da onu hayata karşı savunmasız bırakır. Ve hayata karşı sürekli yenilir.
Kişi Hayatım diğer parçası olan hüznü bildiğinde ona karşı kendini savunur.
Bu da daha güçlü yapar.
Sürekli şikayet edip acziyetini belirtmek yerine onunla mücadele etmeyi öğrenmeli kişi.
Hayatın diğer parçası olan hüzünle mücadele etmenin en iyi yollarından biri sabırdır.
Sabır insanı olgunlaştırır. Erdem sahibi yapar. Daha iyi bir ruh sağlığı kazandırır. Daha iyi bir arkadaş olmayı sağlar. Hedeflerine ulaşmaya yardımcı olur. Ve Sabırlı insanların sağlık açısından daha iyi olduğu bir gerçektir..
Elbette İnsanoğlu hayatından hüznü çıkarıp bir kenara atmak istiyor. Bu hayatı yarım bırakmak demektir. Bu mümkün olmasa da, kişi hüznünü mutluluğa çevirebilir.
Bunun için size, yakın zamanda çıkarmış olduğum “Mutluluk sana uzak değil” adlı kitabımı önerebilirim.
Ramazan Temelkuran