Hayatın, doğanın ve aşkın adı: Saraçlar
Hayatı, doğayı ve aşkı yitirmiş insanlar, bugün kendilerine
yeni yerler aramaktadırlar. Köy, artık uzaklarda bir yerlerin adı değil, kendimizi, hayatı, doğayı ve aşkı bulmak
istediğimiz bir özlemin, aşkın ve umudun adı olmuştur. Köyde doğanın ve aşkın
sizi beklediğini biliyorsanız, kabınıza
sığmayan bir coşkuyla cıvıl cıvıl bir şekilde köye gitmeyi bekliyor, sizi köye yaklaştıran her adımı tadına vara
vara yaşıyorsunuz. Saraçlar, keyfin, huzurun,
umudun, aşkın ve inancın adı olmayı hak eden özel bir köydür.
Saraçlar’a varır varmaz kendimi doğanın içine atıyorum.
Kocatepe’ye çıkarken ormanın mis kokulu havasını, Akır Tepe’sini çıkarken
kekiklerin hayat veren kokusunu yaşıyorum. Hayat nefesi gibi canlı olan Armantepe, doğayla bütünleşerek ruhuma gerçek bir
maneviyatı, romantizmi ve yaşam enerjisini yaşatıyor. Davulgu bayırında bizi
envai çeşit yemişler bekliyor. Yemişgenler,
dağ çilekleri, güvem erikleri, böğürtlenler, ahlatlar ve daha birçok muhteşem
yemişi, doğa bütün cömertliğiyle ikram ediyor. Çeşmelerden ve derelerden akan
su, ruhlarımızı dinlendiriyor, saatlerce suyun ve ağaçların doğadaki dansına
şahitlik ediyoruz. Kocatepe’de, Armantepe’de, Çamlık’ta ve bütün bayırlarda
müzik, sanat, resim, dans doğanın muhteşem senfosinde buluşmuşlardır. Doğa, sonbaharın
bütün güzellikleriyle beni kendi içine çekiyor,
yaşama coşkumuza ve tutkumuza ev sahipliği yapıyor. Saraçlar’ın
tepelerinde karşı konulmaz bir kutsallığa, yabanlığa ve güzelliğe sahip doğaya
konuk oluyoruz. Doğanın dayanılmaz cazibesine kapılmış bir şekilde doğanın
içinde doğayla bütünleşiyoruz.
Merve’yle köyde yürüyoruz. İkibinbeş yüz yıllık anıt
mezarlara sahiplik eden Kocatepe’ye sırtını veren muhteşem çeşme başında
duruyoruz. Bütün Gönen ovasına bakan hâkim bir yerde, dağa sırtını yaslayan
Kocatepe çeşmesinde oturuyoruz. Çeşmeye
O’ndan habersiz O’nun ismini fısıldıyorum. Çeşmeden akan sular, O’nun muhteşem
varlığıyla aydınlanıyor, onun varlığı suya ışık, hava ve nefes oluyor. Çeşme ve
O’nun varlığının olağanüstü birlikteliği, karşımdaki en muhteşem manzara
oluyor. O’nunla birlikte çeşme başında mutluluğun, umudun, aşkın ve hayatın
canlı resmini görüyorum. Bütün duyularım, düşlerim, duygularım ve düşüncelerim,
gördüğüm bu muhteşem manzara karşısında diriliyor, tazeleniyor ve coşuyor. Kocatepe
çeşmesi, bütün güzelliğiyle sadece O’ndan söz ediyor, O’nu anlatıyor ve O’nu
anlatıyor. Çeşme ve aşk, birbirine çok yakışmakta ve bütünleşmektedir. Kırım
Hanı Giray, âşık olduğu Polonyalı
Prenses Maria’ya aşkını Bahçesaray Çeşme’sini yaptırarak göstermiştir. Bu sefer
aşk, Bahçesaray Çeşmesi’nde değil, Kocatepe çeşmesinde O’nun huzurunda, O’nunla
birlikte ve O’nunla yeniden gerçekleşmekte,
efsaneleşmekte ve yeni bir metafiziğe dönüşmektedir. Çeşmesi olmayanın
aşkı olmaz. Her aşkın bir çeşmesi olmalıdır. Bu çeşme O’nun çeşmesi olsun.
Kocatepe çeşmesiyle, sevgiliyle gizli görüşmeler yapmak üzere sözleşiyoruz. Okyanusvari
düzeyde yaşadığım bu coşku halinde Puşkin’in Bahçesaray Çeşmesi isimli ünlü
şiirini ruhumun derinliklerinde söylüyorum: “Aşk fıskiyesi, ölümsüz çeşme!/Sana
armağan olarak iki gül getirdim./Seviyorum bitimsiz konuşmanı/Ve şiirsel
gözyaşlarını senin./Çiseyen gümüşsü tozların/Serin çiğlerle kaplıyor beni:/Ak,
ak durmaksızın sevinçli pınar!/Anlat, anlat bana bildiklerini…/Aşk fıskiyesi,
kederli çeşme!/Okudum ben de mermerinde senin/Uzak bir ülkenin övgüsünü;/Fakat
Mariya’dan söz etmedin…/Ey, solgun yıldızı haremin!/Burada mı unutuldun
yoksa?/Yoksa sadece mutlu düşler miydi/Mariya ve Zarema/Ya da sadece imgelemin
uykusu mu/Tenha bir alacakaranlıkta resimledi/Kendi bir anlık
sanrılarını,/Ruhumun bir anlık idealini?” Arzularım, tutkularım ve ruhum çıplak
bir şekilde çeşmeyle beraber özgürce doğanın içinde maceraya devam ediyorum.
Yolu ve hayatı mümkün kılan, sonu olmayan bir macera olsun istiyorum.
Hayat kadar kader olan O’nunla yavaş yavaş ormanın
içlerinden yürüyerek bir başka çeşme başına varıyoruz. Ayaklarımın değdiği
toprağa, dokunduğum ağaçlara ve doğanın bütünüyle yaşadığım o snırsız dansına
inanıyorum. Rengârenk yazıların süslediği çeşmeyle doyumsuz bir sohbete
başlıyoruz. Sonbaharın bütün renklerini kendinde barındıran çeşmenin yaldızlı
sularında, semanın en erişilmez yıldızı olan O, önümde duruyor. Çeşmede, dağda,
tepede, ormanda hep O’nun kokusu var. Hayat,
dağ, su, sonbahar ve kasım, O’nun
kokusuyla ve varlığıyla güzelleşiyor, iyileşiyor ve olgunlaşıyor. Saraçlar’da
O’nun kokusu ve varlığı var. O’nun sesi Saraçlar’ın dağlarında yankılanmakta,
attığı her adım bir şiire dönüşmekte ve aldığı her nefes, bir şelale gibi çağlamaktadır. Aşkın, umudun,
hayatın ve doğanın adı Saraçlar’a dönüşen uzun bir yola koyulmuş bulunuyoruz.