Dolar (USD)
35.10
Euro (EUR)
36.67
Gram Altın
2953.54
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Hayatı öğrenmek

Geçen yazımızda kültür fukaralığından bahsetmiştik. Orada en önemli sorunun da, artık bir şey öğrenmeye dair ilgi ve tecessüsün sona ermesi olduğuna değinmiştik. Aslında o sorunun bir uzantısı da, yaşama dair dirençlerin azalmasıdır.

Fenomeni şöyle izah edelim. Birincisi, özellikle teknolojinin giderek kolaylaştırdığı hayatın, insanların yaşam dirençlerini de aynı oranda azaltıyor olmasıdır. İnsan direncini koruyabildiği oranda yaşam pratikleri kazanır. Mesela, yaşanan hayatın hiçbir şekilde B planı falan yoktur. İşler sanal sisteme ve o da bir elektrik faktörüne bağlıdır. Büyük şehirde elektriğin gitmesi demek, hayatın anında felç olması anlamına gelmektedir. Bilhassa elektrik gittiği zaman, ailelerin kendi içinde nasıl faaliyet yapacaklarına dair ezberleri bozulmaktadır.

Mesela; yeni yapılan evlerin hiçbirisinin en az bir odasında soba borusu deliği yoktur. Her şey "iyi gün"e göre düzenlenmiştir. Kışın aksi bir durumda, insanların büyük oranda evlerini nasıl ısıtacakları ile ilgili B planları yoktur. Yeni nesil açlığa, üşümeye, emek harcamaya çok talimli değildir. Nihayetinde bu direnç noktalarını kaybetmek demektir.

Lewis Mumford kitabında, "Norveç faresi" diye bir fenomenden bahseder. Buna göre, deney fareleri üretmek üzere bir grup fare alınır ve korunaklı bir ortama yerleştirilir. Orada uygun bir ısı, yeterli besin ve farelerin tüm ihtiyaçları onları hazır olarak verilir. Bir nesil sonra onlardan doğan fareler, korkak, sinik, tüysüz ve tembel olurlar. Aslında yaşama karşı dirençlerini yitirmişlerdir.

Bunu böyle anlatınca aklıma İbn Haldun'un asabiyet teorisi geldi. İbn Haldun, bedevilerde kuvvetli olan asabiyetin (buna yaşam direnci, tutkunluk, bağlılık da diyebiliriz), hadariyete yani medeniyete geçince zayıflayıp yok olacağından bahsetmektedir. Ona göre asabiyet üç nesildir, dördüncü nesilde yok olur. Zayıflaması ve yok olmasının temel sebebi, konfordur.

Dedemin yaşadığı hayat koşullarında, yokluktan bir varlık üretme zihniyeti ve koşulları hakimdi. Bu durum, onları hayat karşısında farklı alternatifleri keşfetmeye itmişti. Bir sonraki babamın neslinde, o asabiyet biraz zayıflasa da hayata tutunma, direnç, ilgi ve tecessüs kuvvetliydi. Bizim neslimizde biraz daha zayıfladı. Ama çocuğumuzda, yani şimdiki gençlik de hayata karşı ilgisizlik, amaçsızlık, hedefsizlik biçiminde tezahür ediyor. Dikkat ederseniz, hemen herkes de aynı dertten muzdarip.

Gençlerimizin toplumsal realiteden kopuk, ayakları yere basmayan bir şekilde gezişi hepimizin dikkatini çekmektedir. Ellerinde telefon ve kulaklıkları ile topluma değiyor görünmemektedirler. Yığınlaştırmanın son haddine kadar işlediği günümüzde, gençler realitelerle ancak işe atılma ve hayat kurma zamanında karşılaşmakta ve tabii bu karşılaşma çok çetin olmaktadır. İş bulma ciddi bir sorundur ve üniversite mezunlarının sayısı giderek arttığından üniversite mezunu olmak istihdam için yeterli olmamaktadır.

Bu konuda bir eğitim verelim desek, bir kısım insanlar bundan hemen dersini okullara koymayı anlamaktadırlar. Halbuki, bu aile ve okuldan başlayarak çocuklara verilecek sorumluluk, eğitim işinin ciddiye alınması, disiplin vb. ile sağlanabilecektir. Hayatında paranın nasıl kazanıldığını bilmeyen, sorumluluk almamış, hesapsız para harcamaya alışmış, talepleri sürekli karşılanan, disipline edilmemiş bir gencin, topluma değmesini ve orada sorumluluk almasını nasıl bekleyeceğiz?

Bu konuda çocuğunu sürekli tolere eden ailelerin asıl kötülüğü çocuklarına ve kendilerine yaptıklarını unutmaması gerekir.