Hayatı aşk olarak yaşamak
(Merve’ye)
Aşk ve
sevgi, insanlığın en önemli tecrübelerinin başında gelmektedir. İnsan aşık
olmayı ve sevmeyi istemektedir. Tarih boyunca insanlık, aşk ve sevgi arzusunu
şiirlerle, mitolojilerle, hikayelerle, dinle, sanatla, felsefeyle ve edebiyatla
anlatmaya çalışmıştır. Ataol Behramoğlu, bu gerçeği mısralara dökmektedir:
“Şiir ne için yazılır/ Ve neye karşı:/ Esirgeyen, bağışlayan aşk adına/ Esirgemeyen,
bağışlamayan ölüme karşı”. Aşkı anlatmak, hayatı anlatmaktır. İnsanlığın aşk
yolu, tehlikelerle, tehditlerle ve ölümlerle doludur. İnsanlığın aşk
destanları, aşkın kolay değil, en zor eylem olduğunu anlatmaktadır. Bütün
tehlikelerine ve risklerine rağmen insanlık aşktan vazgeçmemiş ve aşık olmaktan
korkmamıştır.
Aşktan
korkmak, yaşamaktan korkmaktır. Aşk, yaşamaktır. Aşkın yokluğu, hayatın yokluğu
anlamına gelmektedir. Aşk olmadan hayatın dolu dolu yaşanmayacağının farkında
olan insanlar, aşk dolu bir hayatın peşinde gitmeye devam etmektedirler Necati
Cumalı’nın dediği gibi herkes aşkın en azından hayatından teğet geçmesini
istemektedir: “Göz göze geldikse geçerken/ Günlük güneşlik bir kaldırımdan/
Aşktı uçup giden üstümüzden/ Aşktı değip geçen yanımızdan”…Yaşama iradesi, aşk
iradesidir. Çernişevski, hayatın kendisinin aşk ve güzellik olduğunu ifade
ederek harika bir aşk ve güzellik tanımı yapmaktadır: “Güzel olan hayattır;
hayatı anladığımız tarzda gördüğümüz varlık güzeldir; güzel, hayatı dile
getiren ya da hayatı bize hatırlatan şeydir.” Bütün zorluklarına, çıkmazlarına
ve tehlikelerine rağmen, aşk, hayattaki bütün amaçlardan daha öncelikli, önemli
ve değerlidir.
Aşk bir
eylemdir. Gelişigüzel, yüzeysel ve yapay bir şekilde aşk ve sevgi kelimelerini ağızda
sakız etmek, aşkın ve sevginin içini boşaltmaktadır. Aşk ve sevgi, kişinin
karanlık özelliklerini gizleyen, sıradan kötülüklerini örten bir maske değildir.
Günümüzde aşk ve sevgi kelimeleri dillerden düşmemesine rağmen, insanlar aşkın
ve sevginin yokluğundan şikayet etmektedirler. Dünyada bir aşk açığı
bulunmaktadır. İnsanlar, aşık olmayı ve sevmeyi istemelerine rağmen, onları
aşktan ve sevgiden alıkoyan varoluşsal engeller bulunmaktadır. Aşkı zayıflatan
veya engelleyen nedir sorusu üzerinde ciddiyetle düşünmeye ihtiyaç vardır.
Ataerkilizm, cinsiyetçi ve ayırımcı kuralları ve kurumlarıyla, kadın ve erkeğe farklı
aşık biçimlerini dayatmaktadır. Kadın ve erkeğin, ataerkil kurallar ve
kurumların sınırlılıkları ve yasakları içinde yapay, yüzeysel ve şekilsel bir
aşka ihtiyaçları yoktur. Kadın ve erkeğin, varoluşlarının derinliklerinden
gelen doğal, coşkulu, ruhsal, duygulu, düşünceli ve düşü olan insani nitelikte
bir aşka ihtiyaçları vardır. Cinsiyetçilik, ayırımcılık ve kadına karşı baskı,
sevgi ve aşk doğurmaz. Cinsiyetçilik ve baskının doğuracağı şey, nefret ve
şiddettir.
Aşk, ciddi
iştir. Aşk, yaşam boyu süren pratiktir. Aşk, enerji, cesaret, fedakarlık,
doğallık ve coşku isteyen bir iştir. Aşk, duygunun, düşüncenin ve düşün hep
ötesine sıçrama arzusu ve tutkusudur. Öteye geçme arzusunu ve tutkusunu
yitirdiğimiz andan itibaren, aşkta felç diyeceğimiz paralize olma ve hiçbir şey
yapmama hali meydana gelmektedir. Aşk, öteye geçmek için hep bir şeyleri
tutkuyla yapmayı gerektiren zorlu bir sanattır. Aşk, yarla yarenlik yapmaktır.
Günümüzde insanlar arasında aşk açığı bulunduğu gibi, sevgililer arasında
karşılıklı olarak yarenlik iletişiminin olmaması da ciddi bir sorundur.
Aşk ve
cinsellik, birbirinden kopartılamaz. Cinsel arzu, fıtri bir arzudur. Cinselliğin
fıtri olmayan kurallarla ve uygulamalarla bastırılması, cinselliğin saplantı
haline gelmesine neden olmaktadır. Cinselliği saplantı, takıntı ve çıkmaz
haline getirmek, insanın duygusal, düşünsel, ruhsal ve sosyal sağlığını
bozmaktadır. Cinselliğin saplantı haline getirilmesi, aslında aşkı ve sevgiyi
zehirlemektedir. Kadına yönelik şiddetin arkasında aşk değil, çoğu kere cinsel
saplantı vardır. Cinsel arzu ve aşk ihtiyacının sağlıklı bir şekilde
bütünleşmesi, aşkı kara sevda olmaktan çıkaracağı gibi, cinselliği de saplantı
olmaktan kurtaracaktır.
Aşkı ve
sevgiyi öğretecek standart bir metin, yol veya kurum yoktur. Aşk, varlığımızın
derinliklerine kök saldığı ve bu kökleri beslediğimiz takdirde büyüyen ve
gelişen çok duyarlı bir tohumdur. Aşk tohumu, sürekli bakım, ilgi, emek ve özen
istemektedir. Aşk tohumunun, sadece bizim varlığımızda kök salması
yetmemektedir. Aşk tohumu bizimle birlikte ötekinin varlığında da kök
salmaktadır. Ötekinin varlığına attığımız aşk tohumunun gelişmesi ve büyümesi
için, öteki insana karşı sorumluluk duyulması gerekmektedir. Sevilene karşı
sorumluluk duymak ve sorumluluk üstlenmek, kişinin omuzlarına ağır bir yükün
bindirilmesi değildir. Aşk, sevilen insanlar için bir şeyler yapmayı zevk
olarak yapmak demektir. Frankl’ın dediği gibi, “İyilik, doğruluk, güzellik gibi
yaşamak, doğayı ve kültürü yaşamak, son ve bir o kadar önemlisi de olanca
eşsizliğiyle bir insanı yaşamaktır. Yani onu sevmektir.” Aşkın sorumluluğu yük
değil, zevktir.
Aşk, hayatın
ve insanın bütün yüzleri oluncaya kadar aşk için çalışmak lazımdır. Adnan Özer,
bu sahici aşk çabasını şöyle ifade etmektedir: “Aşksız ve paramparçaydı yaşam/ bir
inancın yüceliğinde buldum seni / bir kavganın güzelliğinde sevdim/ bitmedi
daha sürüyor o kavga/ ve sürecek/ yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”
Hayatımızın aşk olması dileğiyle herkese sevgi dolu günler diliyorum.