Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Şubat 2021

Hayatı aşk olarak yaşamak

(Merve’ye)

Aşk ve sevgi, insanlığın en önemli tecrübelerinin başında gelmektedir. İnsan aşık olmayı ve sevmeyi istemektedir. Tarih boyunca insanlık, aşk ve sevgi arzusunu şiirlerle, mitolojilerle, hikayelerle, dinle, sanatla, felsefeyle ve edebiyatla anlatmaya çalışmıştır. Ataol Behramoğlu, bu gerçeği mısralara dökmektedir: “Şiir ne için yazılır/ Ve neye karşı:/ Esirgeyen, bağışlayan aşk adına/ Esirgemeyen, bağışlamayan ölüme karşı”. Aşkı anlatmak, hayatı anlatmaktır. İnsanlığın aşk yolu, tehlikelerle, tehditlerle ve ölümlerle doludur. İnsanlığın aşk destanları, aşkın kolay değil, en zor eylem olduğunu anlatmaktadır. Bütün tehlikelerine ve risklerine rağmen insanlık aşktan vazgeçmemiş ve aşık olmaktan korkmamıştır.

Aşktan korkmak, yaşamaktan korkmaktır. Aşk, yaşamaktır. Aşkın yokluğu, hayatın yokluğu anlamına gelmektedir. Aşk olmadan hayatın dolu dolu yaşanmayacağının farkında olan insanlar, aşk dolu bir hayatın peşinde gitmeye devam etmektedirler Necati Cumalı’nın dediği gibi herkes aşkın en azından hayatından teğet geçmesini istemektedir: “Göz göze geldikse geçerken/ Günlük güneşlik bir kaldırımdan/ Aşktı uçup giden üstümüzden/ Aşktı değip geçen yanımızdan”…Yaşama iradesi, aşk iradesidir. Çernişevski, hayatın kendisinin aşk ve güzellik olduğunu ifade ederek harika bir aşk ve güzellik tanımı yapmaktadır: “Güzel olan hayattır; hayatı anladığımız tarzda gördüğümüz varlık güzeldir; güzel, hayatı dile getiren ya da hayatı bize hatırlatan şeydir.” Bütün zorluklarına, çıkmazlarına ve tehlikelerine rağmen, aşk, hayattaki bütün amaçlardan daha öncelikli, önemli ve değerlidir.

Aşk bir eylemdir. Gelişigüzel, yüzeysel ve yapay bir şekilde aşk ve sevgi kelimelerini ağızda sakız etmek, aşkın ve sevginin içini boşaltmaktadır. Aşk ve sevgi, kişinin karanlık özelliklerini gizleyen, sıradan kötülüklerini örten bir maske değildir. Günümüzde aşk ve sevgi kelimeleri dillerden düşmemesine rağmen, insanlar aşkın ve sevginin yokluğundan şikayet etmektedirler. Dünyada bir aşk açığı bulunmaktadır. İnsanlar, aşık olmayı ve sevmeyi istemelerine rağmen, onları aşktan ve sevgiden alıkoyan varoluşsal engeller bulunmaktadır. Aşkı zayıflatan veya engelleyen nedir sorusu üzerinde ciddiyetle düşünmeye ihtiyaç vardır. Ataerkilizm, cinsiyetçi ve ayırımcı kuralları ve kurumlarıyla, kadın ve erkeğe farklı aşık biçimlerini dayatmaktadır. Kadın ve erkeğin, ataerkil kurallar ve kurumların sınırlılıkları ve yasakları içinde yapay, yüzeysel ve şekilsel bir aşka ihtiyaçları yoktur. Kadın ve erkeğin, varoluşlarının derinliklerinden gelen doğal, coşkulu, ruhsal, duygulu, düşünceli ve düşü olan insani nitelikte bir aşka ihtiyaçları vardır. Cinsiyetçilik, ayırımcılık ve kadına karşı baskı, sevgi ve aşk doğurmaz. Cinsiyetçilik ve baskının doğuracağı şey, nefret ve şiddettir.

Aşk, ciddi iştir. Aşk, yaşam boyu süren pratiktir. Aşk, enerji, cesaret, fedakarlık, doğallık ve coşku isteyen bir iştir. Aşk, duygunun, düşüncenin ve düşün hep ötesine sıçrama arzusu ve tutkusudur. Öteye geçme arzusunu ve tutkusunu yitirdiğimiz andan itibaren, aşkta felç diyeceğimiz paralize olma ve hiçbir şey yapmama hali meydana gelmektedir. Aşk, öteye geçmek için hep bir şeyleri tutkuyla yapmayı gerektiren zorlu bir sanattır. Aşk, yarla yarenlik yapmaktır. Günümüzde insanlar arasında aşk açığı bulunduğu gibi, sevgililer arasında karşılıklı olarak yarenlik iletişiminin olmaması da ciddi bir sorundur.

Aşk ve cinsellik, birbirinden kopartılamaz. Cinsel arzu, fıtri bir arzudur. Cinselliğin fıtri olmayan kurallarla ve uygulamalarla bastırılması, cinselliğin saplantı haline gelmesine neden olmaktadır. Cinselliği saplantı, takıntı ve çıkmaz haline getirmek, insanın duygusal, düşünsel, ruhsal ve sosyal sağlığını bozmaktadır. Cinselliğin saplantı haline getirilmesi, aslında aşkı ve sevgiyi zehirlemektedir. Kadına yönelik şiddetin arkasında aşk değil, çoğu kere cinsel saplantı vardır. Cinsel arzu ve aşk ihtiyacının sağlıklı bir şekilde bütünleşmesi, aşkı kara sevda olmaktan çıkaracağı gibi, cinselliği de saplantı olmaktan kurtaracaktır.

Aşkı ve sevgiyi öğretecek standart bir metin, yol veya kurum yoktur. Aşk, varlığımızın derinliklerine kök saldığı ve bu kökleri beslediğimiz takdirde büyüyen ve gelişen çok duyarlı bir tohumdur. Aşk tohumu, sürekli bakım, ilgi, emek ve özen istemektedir. Aşk tohumunun, sadece bizim varlığımızda kök salması yetmemektedir. Aşk tohumu bizimle birlikte ötekinin varlığında da kök salmaktadır. Ötekinin varlığına attığımız aşk tohumunun gelişmesi ve büyümesi için, öteki insana karşı sorumluluk duyulması gerekmektedir. Sevilene karşı sorumluluk duymak ve sorumluluk üstlenmek, kişinin omuzlarına ağır bir yükün bindirilmesi değildir. Aşk, sevilen insanlar için bir şeyler yapmayı zevk olarak yapmak demektir. Frankl’ın dediği gibi, “İyilik, doğruluk, güzellik gibi yaşamak, doğayı ve kültürü yaşamak, son ve bir o kadar önemlisi de olanca eşsizliğiyle bir insanı yaşamaktır. Yani onu sevmektir.” Aşkın sorumluluğu yük değil, zevktir.

Aşk, hayatın ve insanın bütün yüzleri oluncaya kadar aşk için çalışmak lazımdır. Adnan Özer, bu sahici aşk çabasını şöyle ifade etmektedir: “Aşksız ve paramparçaydı yaşam/ bir inancın yüceliğinde buldum seni / bir kavganın güzelliğinde sevdim/ bitmedi daha sürüyor o kavga/ ve sürecek/ yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”

Hayatımızın aşk olması dileğiyle herkese sevgi dolu günler diliyorum.