HAYATA VE MABEDE SUİKAST
7 Haziran seçimlerinden itibaren ülkemiz yoğun bir şiddet dalgasına maruz kaldı. Suruç ve Ankara katliamları, onlarca insanın ölmesine, yüzlerce insanın yaralanmasına neden oldu. Katliamların neden olduğu sarsıntıyı, toplum hala atlatmış değildir. Terörün neden olduğu psikolojik dehşeti hala içimizde yaşıyoruz. Ankara'nın merkezinde gerçekleşen terör eylemi, şiddetin ülkemizi her şeyiyle hedef aldığını göstermektedir.
Terörü ülkemize karşı kullananların amacı, Türkiye'nin Suriyelileşmesidir. Şiddet yoluyla şehirlerimiz harabeye çevrilmek istenmekte, milyonlarca insanın mülteci konumuna düşmesi için her şey yapılmakta, insanların sokağa çıkamayıp günlük hayatını devam ettiremediği, toplumun etnik, mezhebi ve ideolojik çizgilerde birbiriyle çatıştığı bir Türkiye istenmektedir.
PKK, 7 Hazirandan sonra farklı bir hedef ve eylem stratejisini belirlemiş ve uygulamaya koymuştur. KCK, Silvan, Cizre, Nusaybin, Varto ve Diyarbakır-Sur ilçelerini özellikle seçerek buralarda öz-yönetim ilanlarına başlamıştır. Özyönetim, adem-i merkeziyet anlamında bir yönetim talebi değildir. Özyönetim, PKK-YDG-H'nın oluşturduğu birimler yoluyla bölgenin yönetilmesi rejimidir. Başka bir ifade ile PKK ve bileşenlerinin bölgeyi yönetme rejimidir. Özyönetim ilanlarıyla devlet ve toplum karşı karşıya getirilerek şehir savaşları yapılmak istenmektedir. Özyönetim eylemlerinden dolayı Nusaybin, Cizre ve Silvan'da büyük acılar yaşandı. İnsanlar günlerce evlerinden çıkamadı, masum siviller hayatını kaybetti, insanlar işlerini-evlerini terk ederek göç etmek zorunda kaldılar. Yerleşim merkezlerinin içinde kazılan hendekler, şiddeti yoğunlaştırmak, kurumsallaştırmak ve toplumsallaştırmak isteyen bir stratejinin uygulanmakta olduğunun en somut pratiği durumundadır.
Çözüm süreci sayesinde Türkiye, uzun bir süre ölümleri ve şiddeti yaşamadı. Çözüm süreci, Cumhuriyet tarihinin en büyük barış projesiydi ve umuduydu. Ancak Türkiye'nin kendi içinde barışını gerçekleştirmesini istemeyen iç ve dış mihraklar, bu sürecin başarısızlıkla sonuçlanması ve şiddetin yeniden başlaması için her şeyi yaptılar. Çözüm süreci yürütülürken aynı zamanda KCK'nın yeni bir şiddet sürecinin örgütsel, lojistik ve toplumsal alt yapısını hazırladığını öğrenmiş bulunuyoruz.
Çözüm süreci boyunca PKK, YDG-H adı altında yeni bir yapı oluşturmuş ve bu yapı toplum üzerinde hegemonya kurmaya başlamıştır. YDG-H yapısını oluşturmasının yanında PKK, şehirlere büyük bir silah ve patlayıcı yığınağı yapmıştır. Oluşturulan örgütsel ve lojistik hazırlık sayesinde toplumun bu eylemlerin içinde yer alması hedeflenmiştir.
Çözüm sürecinin amacı, PKK'nın tasfiye edilmesiydi. Ancak mevcut şartlar altında PKK, silahları gömmek yerine yeni çatışma alanları meydana getirmekte ve kendi adına çatışacak olan yeni yapılar oluşturmaktadır. YDG-H, giderek güçlenmekte ve PKK'nın bile kontrol edemeyeceği bir güç potansiyeli taşımaktadır. YDG-H gibi yapılar, ileride PKK'ya bile alternatif olabilecek bir nitelik kazanabilirler.
YDG-H Militanları, eylemleri için Diyarbakır'ın Sur ilçesini merkez olarak seçmiş durumdadırlar. Diyarbakır'ın en merkezi yerleşim yeri olan Sur'da özyönetim ilan eden YDG-H militanları, kazdıkları hendeklerden, güvenlik birimlerine karşı koymaktadırlar. Her gün Sur'dan ölüm ve cinayet haberleri gelmektedir.
Terör ve şiddet, Sur merkezli olarak Diyarbakır'ı ve diğer illeri kuşatmış durumdadır. Ortadoğu'nun kapısı ve kalbi durumunda olan Diyarbakır, bugün korku, kaygı ve ölümün egemen olduğu bir hayalet şehre dönüşmüş durumdadır. Terör ve şiddetin kuşatmasında olan tarihi Sur ilçesi, çatışma ve şiddetin merkezi olarak dikkatleri üzerinde toplamaktadır.
Şiddet ve terör, Diyarbakır'da üç önemli suikasti gerçekleştirmiştir. Terör, ilk suikastini Diyarbakır'ın yüreği kabul edilen Dört Ayaklı Minare'ye karşı yapmıştır. Diyarbakır'ın en eski tarihi eserlerinden biri olan Dört Ayaklı Minare, Müslüman dünyada çoğunluğu teşkil eden dört mezhebin manevi birliğini temsil etmektedir. Başka bir ifade ile İslam'ın kesret içinde vahdet modeli Dört Ayaklı Minare'de sembolize edilmektedir.
Dört Ayaklı Minare'ye yapılan terör saldırısını suikast olarak niteleyen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, terörün ve şiddetin tarihin, medeniyetin ve insanın yaşam alanlarından uzak tutulması ve ellerin tetiklerden çekilerek barışa sarılma çağrısı yapmak üzere yaralı halde bulunan Dört Ayaklı Minare önünde bir basın bildirisi okudu. Tahir Elçi, barış mesajını okuduğu sırada şiddetin ve terörün hedefi oldu. Dört Ayaklı Minare'den sonra Tahir Elçi'de suikastin kurbanı oldu. Tahir Elçi, faili meçhul cinayetleri, köy yakmaları ve insan hakları ihlallerini AİHM' taşıyan kişiydi. Elçi, şiddetin her türlüsüne karşı çıkan ve insan haklarını her şart altında savunan bir barış ve hukuk aktivistiydi.
Üçüncü büyük suikast tarihi Kurşunlu Camisi'ne yapıldı. Kurşunlu Camisi, Diyarbakır halkının ciğeri gibidir. Kurşunlu Camisi'nin yakılışını Diyarbakır halkı ciğerlerinin yanması gibi seyretmiştir. Camilerin ve tarihi yerlerin çatışma alanı haline getirilmesi, büyük bir tehlikedir. Mabet, ibadet içindir. Camilerin, çatışma ve cinayet yeri olarak kullanılamayacağının anlaşılması gerekmektedir.
10 Aralık, her yıl İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaktadır. 10 Aralık 1948 Yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kabul edilmiştir. İnsan Hakları, insan hayatına, insanlığın tarihine, inancına ve maneviyatına saldırmayı yasaklamaktadır. 10 Aralık İnsan Hakları Gününde, bütün silahların bırakılması, hendeklerin kapatılması ve çatışmaların kapatılması gerekmektedir. Diyarbakır, Sur, Nusaybin ve Cizre, terör ve şiddetin merhametine bırakılamaz. Şehirlerimizde haklarımızla hayatımızı devam ettirebilmemiz için terör ve şiddetin kayıtsız şartsız durması gerekmektedir.