Hayata anlam katmak üzerine düşünceler (1)
İnsan düşünen bir
varlıktır, bu özelliği nedeniyle düşünerek dünyayı anlamaya, bilmeye ve
hissetmeye çalışır. İnsanın doğasında sevilmek, beğenilmek, üzülmek gibi
çeşitli hasletler vardır. İşte bunları bir araya getirmenin nihai amacı ise
mutluluktur. İnsan önce düşünür, sonrasında hisseder en sonunda da arzular,
saydığımız bu üç eylemi birbirinden ayırmak imkansızdır. Çünkü insan bu üç
eylemi aynı anda yaşayan yeryüzündeki tek canlı varlıktır.
Beden, ruh ve akıldan
vücut bulmuş insanoğlu, hayatın her safhasında öyle veya böyle bir şekilde yaşadığı hayatı sorgular. Hayat benim için ne anlam
ifade ediyor? Yaşadığım bu hayatı anlamlı kılan nedir? Ne yaparsam ne olursam
ve nasıl yaşarsam hayatımı, anlamlı kılarım? Ben nerde yanlış yaptım? gibi soruları
hep kendi kendine sormuştur.
Her insan farklı bir özellikte yaratılmıştır
ve her insanın hayata yüklediği anlamlar da farklıdır. Bu bakımdan, her insanın
aynı konuda, farklı düşünmeleri ve davranmaları çok normaldir. Belli bir makamda
olan kişilerin hayatı istedikleri şekilde, yaşamalarının önünde uyması gereken,
bazı kurallar vardır, bu kişilerin makamlarına uygun bir şekilde davranmaları
gerekir. Bu konuda asla
kişisel seçim hakları yoktur. Bu görevde bulunanların makamlarına
uygun şekilde hareket etmeleri gerekir.
Örneğin vatandaşlara
kamu hizmetini sunan, kurum yöneticilerinin, vatandaşlar arasında bir ayrım
yapması söz konusu olamaz. Aynı yöneticilerin makamlarının veya mevkilerinin gücünü
kullanarak kendilerine menfaat temin etmesi de kabul edilemez. Bu tür yaklaşımlar
hem etik hem ahlaki açıdan kabul edilemez, bir gerçektir. İşte burada devreye
ahlak girmektedir, çünkü ahlak insanın insan olabilmesi için temel şartlardan
biridir. Ahlak, insan hayatına bir anlam yükler. Eğer bir insanın ahlakı yoksa
söylenen söz, yapılan eylem ve yaşanan onca olayın hiçbir anlamı ve değeri olmayacaktır.
Öncelikle herkesin başkalarının ahlaksızlığını eleştirmeden önce, kendisinin
ahlaki değerlerini sorgulaması gereklidir.
İnsan yaşamı boyunca
bir sürü badirelerden geçer, insanın mutlu ve huzurlu olduğu anlar vardır,
bunun dışında hüzün, gam, keder ve hayal kırıklığı yaşadığı zamanlarda
olmuştur. İşte bunlar hayata anlam katmaktadır. İnsan için huzur ve mutluluk
vazgeçilmez iki kelimedir. Eğer evde, işte huzurlu değilsek, mutlu olamayız.
Mutlu değilsek, huzurlu olamayız. Yaşanan bu iki duygu birbirini
desteklemektedir. Bu iki kelimeyi birbirinden ayrı düşünmek imkansızdır. Huzur ve mutluluk insan hayatında anlamını
bulur. Eğer bunu başaramazsak hayatımız bize zehir olur.
İşte o zaman da hayatın
tadı-tuzu kalmaz. Hayata anlam yükleyemeyiz, artık bizim için hayat anlamını
yitirir, yaşanmaz, çekilmez olur. Bu
sefer insan “Nerden ve neden geldim bu dünyaya?” gibi akılda bir sorgulama
başlar. Şöyle bir soru sorsam insanoğlu bu dünyaya acı, keder, elem ve üzüntü
çekmek, için mi geldi? Yoksa mutlu mesut ve bahtiyar bir şekilde yaşayıp bu
dünya sahnesinden gitmek için mi geldi?
Hayatta yaşadığımız
sevinçli, üzüntülü anların zamanı geldiğinde hepsi yerini alacaktır.
Yaşadığımız bu hayatın içinde bunlar da vardır. Hayat hiçbir zaman dikensiz gül
bahçesi değildir. İstediğimiz ve arzuladığımız her şey bizim istediğimiz gibi
olmayacaktır.
Yine fıtrat gereği
bazen olacakları önlemenin kendi elimizde olmadığını, kader denilen bir
gerçeğin var olduğunu unutmamalıyız.
Üstat Sezai Karakoç’un dediği gibi
‘’Kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır.’’
Hayatımızda bizim,
istek ve irademiz dışında gelişen bazı olaylarla karşılaşırız, yakın bir
akrabamızın amansız hastalığa yakalandığını veya vefat ettiğini, veyahut ta bir
başka yakınımızın trafik kazasında ölüm haberini aldığımızda, hemen onlarla
yaşadığımız anılar canlanır. Onların iyi bir insan olduklarını, yaptıklarıyla
arkalarından hayır ile yad edileceklerini söyleriz. Sevdiğimiz ve değer
verdiğimiz kişileri kaybettiğimiz için üzülürüz. Vefat edenlerin defin işlemini
ve dini vecibelerini yerine getirdikten sonra mezarlıktan ayrılırız. İşte o
anda hayat, bizim için anlamını yitirir. Bu üzüntü ve keder zamanla kaybolur,
çünkü zaman her şeyin ilacıdır. Yaşadığımız onca olaylar biz insanoğlunun
olgunlaşmasına sebep olmaktadır.
Bu dünyada hayata
gerçekten bir anlam katmak istiyorsak, iz bırakacak işler yapmalıyız. Bazen
düşünüyorum Mimar Sinan’ı Mimar Sinan yapan en büyük özellik nedir? tabiki
bıraktığı mimarlık şaheseri eserleridir. Sinan bu dünyadan göçtü gitti ancak; geride
bıraktığı eserleri onun hatırlanmasını sağlamaktadır.
Bu dünyada yaşadığımız
her şeyin yolunda gittiği zaman seviniriz çok mutlu olur ve keyif alırız, işte
bu bizim hayatımızın en değerli kısımlarıdır. Yaptığımız her işi severek yaparsak,
ondan aldığımız zevk, bizim hayatımıza ayrı bir anlam katar. Bazı insanlar, yemeği
damak tadına varmak için yer, çoğu insanda karınları doysun diye yemek yerler,
işte böyle bir dünyada yaşamaktayız. Yemek yerken bile her insan kendi hayatına
farklı anlam katabilir.
Madem bu dünyaya geldik,
belli bir süre burada kalıp, ondan sonra her şeye elveda diyerek bu dünyadan, geçip
gideceğiz, o halde hayatımıza anlam katabilmek için ideal insan olmak gerekir.
Bu nasıl olacak derseniz? Yaptığımız her işimizde adaletli olacağız, doğru
sözlü, mütevazi, cömert, merhamet sahibi ve vicdanlı olacağız.
Kısacası kimisi paradan
maldan, mülkten, makamdan, bahseder, bir başkası sağlıktan, bahseder. Bazısı da
ahlaklı olmaktan ve inançlarından bahseder.
Sözün özü, ölümlü olan
insan, yaşadığı hayatın hesabını vereceğini bilir, bu nedenle hesabını
veremeyeceği işlere imza atmamalıdır. Unutmayınız! nasıl yaşarsanız, öyle
ölürsünüz. İçi doldurulmamış boş bir hayattan ziyade, adaletli, merhametli,
ahlaklı, doğru dürüst, yardım eden ve saygı gösteren davranışlar sergileyen bir
insan olursak, kısacası içi doldurulmuş bir hayata değer katarsak işte o zaman
hayat anlam bulacaktır. Yaşadığınız bu hayata anlam katmak ümidiyle.