Dolar (USD)
32.56
Euro (EUR)
34.88
Gram Altın
2437.67
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

22 Mart 2022

Hayat yeniden sanat olsa

Hayat yeniden sanat olsa cümlesi, sanat yeniden hayat olsa, hayat bulsa şeklinde de söylenebilir. Yüksek duygularla üretilmiş ve insanı yücelere ürperten eserlerin bizi çevrelemesini ve üretilip durulan ince bir hayatın hepimizi içinde yaşatıyor olmasını ne çok isteriz…

Baudrilliard Sanat Komplosu adlı eserinde, “Bizler de artık sanata değil, sanat fikrine inanıyoruz” der.

Galiba akıl özerkliğini ilan etti edeli, insanın diğer donanım ve imkanları ile birlikte var olmayı reddettiğinden beridir sezgisel ve aşkın olmayı büyük oranda yitirdik. Bunun basamaklardan aşağı bir yansıması olarak sanat eserinin değeri fiyatlandırmaya indirgendi. Hatta bazen öyle değerliydi ki, kolay kolay hiçbir paha biçilemediğinden değersizliğe terkedildi. Maddi bir getirisi olmadığı, insanı sadece olmadık duyuş ve düşünüşlere ürperttiği için ceza ile ödüllendirildi.

Bu ağır bir ceza.

Ve hayatı en üst düzeyde var etmeye adanmış olanın, yok sayılması şeklinde gerçekleşiyor. Dışlanmaması için bir de yol gösteriyor. Niteliksiz, maddi getirisi çok olma ve dolayısıyla pop olma şartını dayatıyor. Yani kitleyi yüksek düşünüş ve duyuşa, estetiğe ayaklandırmayan, hatta onu düzeyinden daha aşağı çekme şartında ısrar ediyor.

Hep bunlar aklımızın başımıza getirdikleri…

Akıl, akılcı insanın elinde, kendisinin de onaymayalayacğı şeyler yapmak durumuna düştü. Kendi erişemediği her şeyi, öteye kulak vermeler, öte duyuş ve düşünüşler, ilham, üst ilham diyebileceğimiz ve inananları bağlayıcı ilahi öğreti, ona duyulan coşkunluk olarak iman ve sezgi gibi bir dizi imkânın üstünü ezip geçti. Kendini bütünüyle madde ile kodladı, maddi değerlere mıhladı.

Bunun altında yatan başka nedenler var elbette.

İnsan aklını başına aldı da ne oldu?

Ah akıl!

Geçemediğin veya geçmene izin verilmediği, küçümsendiğin bir geçmişe başkaldırı, aşkın olana boyunun yetmeyeceğine baskılanman ve böylece aşkın olanı reddederek, bütün varlığı sadece kendi kavrayış alanına hapsedip hükmün altına aldın da ne oldu?

Halbuki ne vahiy ne sezgi aklı dışlamaz, hatta vahiy aklı olana hitap eder, aklı kendisini anlamaya ve değişen hayata uyarlamaya çağırır. Sezgi de akıl kendi görevini tamamlar tamamlamaz ona kendini aşma, coşkunluk arzusu ile el verir ve onunla kalbin-beynin derinliklerinden genişlemeye açık ve sınırları kaldıran bir bütünleşmeye gider. Akıl haddini de serhaddini de bilir. Sezgiye -ben buraya kadar getirdim bu meseleyi, bundan sonrası sana düşer-, der. Sezgisel coşku; aklın çabalarını taçlandırır, aslında aklın mürüvvetidir ve akıl yürütmelerimizi uçurur. Ayaklarına kara sular inmiş zihni çıkarıp bulut huzuruna uzatır. Fakat ne yazık ki modern dünya bu imkânı hep aynı ve tek taraflı tarihi referansa koşullandırılarak kaybetmiş, akla itibarını veriyormuş gibi yapıp aklın varlığı bütüncül kavramadaki sevgili akranlarının; ilham, sezgi ve aşkınlığın itibarını zedelemiştir. Akıl yalnızlaşmış ve yalnızlaştıkça kibirlenmiştir.

Yeri değil ve burada açamayacağız bu konuyu. Açmak ta istemiyoruz aslında. Ne olduysa oldu… Fakat aklı, özellikle bölgesel ve dünyanın tek tarafına ait bir aklı bu kadar şımartmanın başlangıcı sayabileceğimiz milatlardan biri olan “aydınlanma” gerçekten aydınlanma mıdır veya aydınlanma bütün bir dünyaya teşmil edildiğinde, türediği nokta kadar kararmamış olan yaşam ve kültürler de aydınlanmış mıdır? Çok güneşli bir ortamda lamba yandığında o lamba, orayı ne kadar aydınlatabilmiştir? Kendi güneşini karartanlar bütün güneşleri, bütün bilgi kaynaklarını karartmayı neden istemiş olabilirler? Veya kalbin içinden çekilip çıkarılan akıl aydınlanması kalplerin karartılmasına mı karşılık gelmiştir?

Geçmiş geçmiyor. Geçmiş olsun demeye çalışıyoruz hala bu satırlarda. Sanat neden estetik değerini yitirdi. Özellikle adı konulan, kavramlaşmış olan bu milatla daha iyi var olması gerekirken, gitgide neden yok oluşunun miladını kutluyor? İlk başlarda sanatın içinde zanaat, yaşam ve insanın tüm becerileri varken ve neredeyse yaşam sanatlaşmışken sanatın adı yoktu. Estetikten söz edilmezken pek çok şey ne kadar estetik, ince duyuş ve düşünüşle imal edilmişti. Ne zaman sanatı bir kenara ayırdı insan ve estetiği bir bilim olarak ele almaya başladı. Kavramlaştırdı. İşte o zaman yaşamın içindeki o yaygın ve gerçekçi büyü bozuldu. İnsanın hemen her işi mümkün olan en iyi becerileri ile, marifet ve hünerle ortaya koyması, yapıp etmesi işi yattı.

Bir sanat eserini salt akıl değerlendirebilir mi sorusu bana göre komik bir soru. Salt akıl var mı ki demek geliyor içimden. Aklı nasıl olup ta bileşenlerinden tam olarak ayırabiliriz? Aklımızı mı sıyırdık? Hem aklın doğru yürütülme yöntemlerinden ayrı baş çekerek mantığa baş kaldırması ve safsatayı mantık diye yutturması da ne demek oluyor? Denetimi reddeden her şey gibi akıl da ölçüsüzlükle bir intihara, kendini yok etmeye gitmiş olmuyor mu?

Olmadı mı? Yüzyıllardır olan bu değil mi?

Eğer sanat estetik değer ifade eden bir şeyse, estetik te incelikli düşünüş ve duyuşlar, zarafet, ruhun kurumuş bedene yağmur çilemesi gibi içli ürperişler, coşkunluk ve aşkınlıksa aklın tek başına bununla başa çıkması zor. Değerlendirmek için önce bu hale dayanıklı olması, korku ile kaçmaması gerekir. Sezgisiyle barışmamış bir akıl korkar ve kaçar. Ve üstelik en güzele, estetiğin zirvelerine uçuş imkanını kaybeder. Zaten akla sürekli yürü denmiştir. Bir başına uçamaz. Fakat kalbin altındadır o yürüyüş. Kalp onun göğüdür. İsterse, barışık halde bir bakarsa yukarısına, o gök ona kanat olur. Gökyüzü bizzat kanattır. Göksel bütün düşünüş ve duyuşlar…

Kalbi duyuşlar ve akli düşünüşler hepsi aynı kozmik kapta… Biz onları bir cellat gibi ortalarından ayırmıyor ve ideolojik kasıtlarla birbirinden ayrı tutulan bu iki dostu kendi hücrelerine tıkmıyoruz. Kavrayış alanı, bir anlamda ihtisas alanı insanın kendisine varlığı gerekçelendirmesi için sınırlı tutulan akıl ile, kavrayış alanının göğü rahatlıkla görebilecek yerindeki bahçesi anlamına gelen kalbi, akıl-düşünce ile sezgi-duyuşun, varlığı anlamlandırmada birbirleri ile el ele olduğuna inanıyoruz. Aklımız ideolojilere, tahrif edilmiş din algılarına, sahte olana hayır diyebilmiş saf akıl ve hemen ardından, yanı sıra kalbimizin dediği evet ise özgürlüğe evet anlamına geliyor.

Bu düşüncelerle sanat umarım bir fikir olarak değil, “üretilmiş eserler ve dahası üretilmiş üst hayat” olarak yeniden karşımıza çıkar.