Hayat ve ölüm hakkındadır
Hayat ve ölüm birbirinin nesi olur diye sorsak, herkesin kendince vereceği bir cevap ya da ileri süreceği bir düşüncesi vardır elbette… Ama şurası bir gerçek ki; hayatta olan herkesin karşılaşacağı ve sonsuzluk sırrına mazhar olacağı en son şey ölümdür. İnsanın bu dünyadaki trajedisi, kaçınılmaz ölümlülüğünün farkında olarak yaşamasıdır. Boynumuzda ölüm fermanımızla doğar ve zaman içinde sevdiğimiz insanların ölümüne tanık oluruz. Kimileyin de ölümden saklanmakla ondan korunacağımızı sanırız, onu görmezden gelirsek sanki bizim semtimize uğramayacak zannederiz. Oysa ölümü dikkate almak, bizim için varlığı da dikkate almaktır. Heidegger’e göre, “Ölüm yönelimli bir varlık olduğumuzun idraki; hayatlarımıza bir mana, bir duygu ve yönelim katar.”
Sezai Karakoç üstadın mısralarıyla; “Ölüm
düşüncesinin beni sardığı şu anda/ Verilmemiş hesapların korkusuyla”
karşılaşmak ve onun soluğunu ensemizde hissetmek, aynı zamanda birçok soruya
muhatap kılar bizi… Bugüne dek yaşadığımız hayat, bizim seçtiğimiz ve
istediğimiz bir hayat mı? Bu hayatı yaşarken; yaşadıklarımız ya da
yaşayamadıklarımız anlamında neleri kaybettik, yüreğimizdekilerle
aklımızdakiler arasındaki çelişkiler yumağı bizi nasıl etkiledi? “Yaşadıklarımızdan
öğrendiğimiz” neler var hayatımızı sürgit etkileyen… Ve insanlardan
gördüklerimiz… Sadakat, vefa ya da nankörlük adına… Yıllarca emek verdiğiniz
bazı kişilerin, sonrasında artık işine yaramadığınızı düşünüp, sizi bir çöp
gibi kaldırıp kenara attığı ve bunların sayılarının her gün çoğaldığı bir
toplumda hayatınızın o kişilere harcadığınız kısımlarıyla ilgili sonsuz bir acı
ve nedamet duyuyor musunuz? Zira bir sese, bir nefese tam ihtiyacınız olduğunda
sizi cevapsız, hayatın ortasında öylesine tek başına bırakanlar hakkında ne
düşünüyor sunuz? Bir daha asla geri getirilemeyecek olan o dakikaların,
saatlerin, günlerin, gecelerin hesabını karşınızdakinden mi yoksa kendinizden
mi sorarsınız?
Oysa
“(…) Her insanın, ölümü tattığını biliriz ve görürüz. Yine de gönlümüzde ölümsüzlüğe
bir açık kapı bırakır, bir umut ışığı yakarız. Şöhret olmayı, arkamızda bir iki
eser bırakmayı, soyumuzun çocuklarımızla devamını isteriz. Böylece
yazdıklarımız, yaptıklarımız, çocuklarımız, hatta mezar taşlarımız, kalıcı
olma, ölümsüzleşme arzumuzun küçük izleridir adeta.” [1]
Ama her şey olup bitmiş ve geriye
yüzünüzün çizgilerinde ve kalbinizin derinliklerinde yer eden bir hüzün
kalmıştır. Ve daha başka sorular… sorular. Kiminin cevabı acı veren, kimininki
sebep olduğumuz hayal kırıklıklarını gözlerimizin önüne getiren… Her birinin
yükü bir başka ağırlıkla yorar bedenimizi ve ruhumuzu… Bazen mağrur ve kibirli,
bazen alçak gönüllü ve mahviyet içerisinde, bazen şüpheci ve tedirgin olmanın
değişken ruh hâlleriyle baş başa kaldığımız ve geçip giden hayatımızı yeniden
gözden geçirdiğimiz o anlarda, artık ne bizim hayata söyleyecek sözümüz
kalmıştır ve ne de hayatın bize… Ve sonra şu mısra bu hâlinize tercüman olur: “Hayat
ölüm için yazılmış bir kasideden başka nedir ki?”
Talebelerinden
biri Konfüçyüs’e; -Hocam, ölüm nedir? Diye sormuş. Konfüçyüs:
-Hayatın
ne olduğunu bilmedikten sonra, ölümün ne olduğunu sana nasıl anlatabilirim?
demiş. Aralarındaki ilgiden dolayı söylenmiş bu söz, hayat ve ölüm hakkındaki
birçok gerçeği özetliyor gibidir. Çünkü hayat olmadan ölüm olmaz, ölüm olmadan
hayat olmaz.
Adeta
birbirinin tamamlayıcısı olan bu iki kavrama göre; biri diğerinin başlangıcı,
öteki ise bu başlangıcın vakti saati geldiğinde sonlanmasıdır.
Günümüzde
ölümün gerçek anlamından ve zihinleri meşgul etme pozisyonundan çok
uzaklaştığını söyleyebiliriz. Eskiden bir yerde, bir toplulukta, sohbetin
ortasına bu konuda bir söz düştüğünde insanlar bunun ne demek olduğunu daha iyi
idrak eder ve ona göre bir duruş sergilerlerdi. Şimdi taziye evlerinde bile
ölümün hak ettiği değeri göremediğini ve insanların bir an önce oradan ya da o
duygudan uzaklaşmak istediğini görüyoruz. Böyle bakınca insanın kendine şu
soruyu sorası geliyor: “Ölüm ruhsal bir fantezi mi oldu ne / Kahkahaları
kırmıyor eskisi gibi orta yerinden / Güleç bir manzumeye dokunduğunda /
Kelimeler ters yüz olmuyor / Neden ” (“Gidiş” adlı şiirden, İ.Bingöl.)
[1] Hasan Ali KASIR, Gündönümünde Yaşamak, Denge Yayınları, İstanbul 1995