Dolar (USD)
34.06
Euro (EUR)
38.09
Gram Altın
2827.30
BIST 100
9864.24
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

30 Temmuz 2024

Hayat ve ölüm hakkındadır

Hayat ve ölüm birbirinin nesi olur diye sorsak, herkesin kendince vereceği bir cevap ya da ileri süreceği bir düşüncesi vardır elbette… Ama şurası bir gerçek ki; hayatta olan herkesin karşılaşacağı ve sonsuzluk sırrına mazhar olacağı en son şey ölümdür. İnsanın bu dünyadaki trajedisi, kaçınılmaz ölümlülüğünün farkında olarak yaşamasıdır. Boynumuzda ölüm fermanımızla doğar ve zaman içinde sevdiğimiz insanların ölümüne tanık oluruz. Kimileyin de ölümden saklanmakla ondan korunacağımızı sanırız, onu görmezden gelirsek sanki bizim semtimize uğramayacak zannederiz. Oysa ölümü dikkate almak, bizim için varlığı da dikkate almaktır. Heidegger’e göre, “Ölüm yönelimli bir varlık olduğumuzun idraki; hayatlarımıza bir mana, bir duygu ve yönelim katar.”

Sezai Karakoç üstadın mısralarıyla; “Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda/ Verilmemiş hesapların korkusuyla” karşılaşmak ve onun soluğunu ensemizde hissetmek, aynı zamanda birçok soruya muhatap kılar bizi… Bugüne dek yaşadığımız hayat, bizim seçtiğimiz ve istediğimiz bir hayat mı? Bu hayatı yaşarken; yaşadıklarımız ya da yaşayamadıklarımız anlamında neleri kaybettik, yüreğimizdekilerle aklımızdakiler arasındaki çelişkiler yumağı bizi nasıl etkiledi? “Yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz” neler var hayatımızı sürgit etkileyen… Ve insanlardan gördüklerimiz… Sadakat, vefa ya da nankörlük adına… Yıllarca emek verdiğiniz bazı kişilerin, sonrasında artık işine yaramadığınızı düşünüp, sizi bir çöp gibi kaldırıp kenara attığı ve bunların sayılarının her gün çoğaldığı bir toplumda hayatınızın o kişilere harcadığınız kısımlarıyla ilgili sonsuz bir acı ve nedamet duyuyor musunuz? Zira bir sese, bir nefese tam ihtiyacınız olduğunda sizi cevapsız, hayatın ortasında öylesine tek başına bırakanlar hakkında ne düşünüyor sunuz? Bir daha asla geri getirilemeyecek olan o dakikaların, saatlerin, günlerin, gecelerin hesabını karşınızdakinden mi yoksa kendinizden mi sorarsınız?

Oysa “(…) Her insanın, ölümü tattığını biliriz ve görürüz. Yine de gönlümüzde ölümsüzlüğe bir açık kapı bırakır, bir umut ışığı yakarız. Şöhret olmayı, arkamızda bir iki eser bırakmayı, soyumuzun çocuklarımızla devamını isteriz. Böylece yazdıklarımız, yaptıklarımız, çocuklarımız, hatta mezar taşlarımız, kalıcı olma, ölümsüzleşme arzumuzun küçük izleridir adeta.[1]

Ama her şey olup bitmiş ve geriye yüzünüzün çizgilerinde ve kalbinizin derinliklerinde yer eden bir hüzün kalmıştır. Ve daha başka sorular… sorular. Kiminin cevabı acı veren, kimininki sebep olduğumuz hayal kırıklıklarını gözlerimizin önüne getiren… Her birinin yükü bir başka ağırlıkla yorar bedenimizi ve ruhumuzu… Bazen mağrur ve kibirli, bazen alçak gönüllü ve mahviyet içerisinde, bazen şüpheci ve tedirgin olmanın değişken ruh hâlleriyle baş başa kaldığımız ve geçip giden hayatımızı yeniden gözden geçirdiğimiz o anlarda, artık ne bizim hayata söyleyecek sözümüz kalmıştır ve ne de hayatın bize… Ve sonra şu mısra bu hâlinize tercüman olur: “Hayat ölüm için yazılmış bir kasideden başka nedir ki?

Talebelerinden biri Konfüçyüs’e; -Hocam, ölüm nedir? Diye sormuş. Konfüçyüs:

-Hayatın ne olduğunu bilmedikten sonra, ölümün ne olduğunu sana nasıl anlatabilirim? demiş. Aralarındaki ilgiden dolayı söylenmiş bu söz, hayat ve ölüm hakkındaki birçok gerçeği özetliyor gibidir. Çünkü hayat olmadan ölüm olmaz, ölüm olmadan hayat olmaz.

Adeta birbirinin tamamlayıcısı olan bu iki kavrama göre; biri diğerinin başlangıcı, öteki ise bu başlangıcın vakti saati geldiğinde sonlanmasıdır.

Günümüzde ölümün gerçek anlamından ve zihinleri meşgul etme pozisyonundan çok uzaklaştığını söyleyebiliriz. Eskiden bir yerde, bir toplulukta, sohbetin ortasına bu konuda bir söz düştüğünde insanlar bunun ne demek olduğunu daha iyi idrak eder ve ona göre bir duruş sergilerlerdi. Şimdi taziye evlerinde bile ölümün hak ettiği değeri göremediğini ve insanların bir an önce oradan ya da o duygudan uzaklaşmak istediğini görüyoruz. Böyle bakınca insanın kendine şu soruyu sorası geliyor: “Ölüm ruhsal bir fantezi mi oldu ne / Kahkahaları kırmıyor eskisi gibi orta yerinden / Güleç bir manzumeye dokunduğunda / Kelimeler ters yüz olmuyor / Neden ” (“Gidiş” adlı şiirden, İ.Bingöl.)

[1] Hasan Ali KASIR, Gündönümünde Yaşamak, Denge Yayınları, İstanbul 1995