Hayat olarak Haziran
“sokaktayım/gece leylâk/ve tomurcuk kokuyor/yaralı bir şahin olmuş yüreğim/uy anam anam/haziranda ölmek zor!” Hasan Hüseyin
Her mayıstan hazirana geçişte Necati Cumalı’nın Uzak Haziran isimli şiirindeki şu dizeleri hatırlarım:”İki dudak arası bir zamanım/Göz göze geldikse geçerken/Mayıs’la Haziran arasında/Yağmurlu bir saçak altından/Aşktı uçup giden üstümüzden/Aşktı değip geçen yanımızdan... Aşktı görmedik bilmedikse/Kimbilir hangi Eylül bir daha/Hangi uzak Haziran.” Haziran gelince elimizi çabuk tutmamız gerektiğini, aşkı, umudu ve coşkuyu ıskalamamak gerektiğini hissederim. Aslında istediğim hayatı, uzak bir haziranda değil, yeni başlayan haziranda dolu dolu yaşamaktır. Mayıstan hazirana geçişte önümde hep haziranı hayat olarak yaşamak şeklinde çetin bir meydan okuma durmaktadır.
Haziran, aylardan herhangi bir ay değildir. Haziran, yaşam tutkusunun zirve yaptığı, aşkın, umudun ve özgürlüğün sıcaklığıyla ve serinliğiyle hayatımıza girdiği bir tecrübenin adıdır. Bir haziran aşığı olan Sabahattin Kudret Aksal, Haziran adlı şiirinde haziranı doğanın ve aşkın peşinden koşan bir aşık olarak anlatmaktadır: “O her zaman hatırladığım karanfil saksısı/Suladım o güzel mevsimi keyfimce/Ben haziran gecesi aşığı” Haziranın hayat, aşk, umut, tutku ve özgürlük olarak tecrübe edilmemesi, hayatlarımızı çoraklaştırmakta ve kuraklaştırmaktadır.Haziran, hayatımızdaki aşk, umut, özgürlük ve tutku rüzgarının adıdır. Nazım Hikmet, Ahmet Arif ve Orhan Kemal gibi edebiyatın en nadide çiçeklerinin hayatları haziranda solmasına rağmen haziran, şiirin, edebiyatın, duygunun ve romantizmin mevsimidir.
1963 Yılının 3 haziranında hayata veda eden Nazım Hikmet, aslında tam bir hayat şairidir. Nazım, hayatı “Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri” olarak tanımlamaktadır.Nazım Hikmet, yaşayabildim diyebilmek için hayata sonsuz bir tutkuyla ve emekle sarılmak gerekliliğini şöyle anlatmaktadır: “İnsanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla. Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak… Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya “Yaşadım” diyebilmen için…”
1991 Yılının 2 haziranında hayata veda eden Ahmet Arif, umudu, dirilişi, aklı, sevdayı, umudu, insanı ve doğayı şiirle anlatmaya hayatını adamıştır. Ahmed Kabaklı, Ahmet Arif’i şöyle anlatmaktadır: “Onun ahlakı, Van çevresi dağlarının, Harran ovalarının ahlakıdır.” Ahmet Arif, umudu, direnmeyi, dirilişi, bilgiyi, inancı ve tutkuyu şu ölümsüz dizelerde anlatmaktadır: “öyle yıkma kendini öyle mahsun, öyle garip… nerede olursan ol içerde, dışarda, derste, sırada, yürü üstüne üstüne tükür yüzüne celladın fırsatçının, fesatçının, hayının… dayan kitap ile dayan iş ile tırnak ile, diş ile umut ile, sevda ile, düş ile dayan rüsva etme beni!”
1970 Yılının 2 haziranında hayata veda eden Orhan Kemal, hayatı boyunca hep sahici insanların hayatlarını yazdı.Emeğiyle hayatlarının hikayesini yazan insanları eserlerinde anlatan Orhan Kemal, toplumcu ve gerçekçi edebiyatın şaheser ismidir. Orhan Kemal, şiiri ve hikayesi yazılmayan, görülmeyen, horlanan ve ezilen insanların şiirini ve hikayesini yazmıştır. Orhan Kemal, insanın sahiciliğine dair anlayışını şöyle ifade etmektedir: “Gerçekçilik, içinde yaşadığın topluma yer yer ayna tutmaktan ibaret değil ki. Asıl gerçekçilik, asıl yurtseverlik, içinde yaşadığın toplumun bozuk düzenini görmek, bozukluğun nereden geldiğine akıl erdirmek, sonra da bu bozuklukları ortadan kaldırmaya çalışmak. Yurtseverlik, yurdunun insanlarını sevmek, yani, insan gibi yaşamalarını sağlamaya çalışmak. Buna engel olanlarla savaşmak…” Orhan Kemal, sanatın hayattan ve insandan hiçbir zaman ayrılmaması, kopartılmaması ve yabancılaştırılmaması için gerektiğini bize öğretmektedir.
Hayat, gerçek özneler arasında kurulan ben-sen ilişkilerinden oluşmaktadır. Ben-sen ilişkisi olarak gerçek bireyler olarak doğayı ve insanı muhatap almamız gerektiğinin farkında olan Ümit Yaşar Oğuzcan, Ben Eylül Sen Haziran isimli şiirinde bireyler arası ilişkilerde yaşanan tutkulu coşkuları doğa üzerinden anlatmaktadır: “Beni kötü yakaladın haziran/Gamlı, yıkık eylül sonuma/Bir ilk yaz tazeliği getirdin/Masmavi göğünle/Cana can katan güneşinle/Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime/Çiçekler açtı dokunduğun/Çimler büyüdü yürüdüğün/Ve güller katmer oldu güldüğün yerde”