Hayat müşterek midir?
Bir evi yuva yapan ailedir. Ailenin yapı taşları ise bireylerdir. Bireyleri bir arada tutan temel unsur da sevgi ve saygıdır. Sevgi ve saygının hâkim olduğu haneler huzur kokar, güzellik kuşatır evin dört bir yanını. Somurtuş, asabiyet ve dahi vurdumduymazlık hem kalbi hem de evin duvarlarının boyasını karartır. Bir haneyi ayakta tutan duvarlar kararmışsa duvarlar insanın üstüne üstüne gelmeye başlar. Her kötülük bumerang gibi nihayetinde sahibini bulur. İyilik, güzellik, sevgi ve saygı temeli üzerine inşa edelim evlerimizi.
Evi ev yapan bir
diğer temel unsur da çocuktur. Bir kuşun ötüşündeki incelik insanın ruhunu
kuşatıp güzelleştirdiği gibi bir evdeki çocuk sesi de aynı tonda latif gelir
ebeveynlere. Irmakların sel olup doğanın bağrından süzülüp oradan oraya
koştururken çıkardığı sesin insana verdiği huzur gibidir evde coşkuyla koşup
oynayan çocukların sesi. Doğa o selin önünde durmak yerine o ahenge nasıl ayak
uyduruyorsa çocuklarımıza da ‘dur, yapma, etme!’ demek yerine
yeri geldiği zaman onlarla çocuk olup o sele kapılmak gerekir. Çocukların neşe
seline ne kadar bent kurmaya kalkarsanız kalkın onun önünde duramazsınız. Ancak
ırmak doruklardan düzlüğe gelince kendi kendine nasıl sakinleşirse çocuklarımız
da çocukluktan gençliğe geçince yavaş yavaş durulmaya başlarlar. O vakte kadar
da o sele eşlik etmek bize de neşe katar.
Aile içinde sevgi
ve saygının hüküm sürdüğü zamanlar aile içi iletişim de güçlü olur. Kendini
ifade edebilen bireyler toplum nezdinde de kabul noktasında bir adım öne çıkar.
Toplumsal kabulün yolu bu anlamda aileden geçer. Ebeveyn ve çocuk ilişkilerinde
saygı ve sevgi çerçevesinde birbirini ifade edip derdini usulünce dile
getirebilen bireyler hem anlaşılma hem de çözüm noktasında bir adım önde durur.
Burada aslolan hata yapmak değil; yapılan davranışın hata olduğunun
anlaşıldığından sonra onun çözümü için bir şeyler yapmaktır. Geçmişin
hatalarından ders çıkarabilmek ve aynı hatalara tekrar düşmemek erdemdir. İletişim
kanalları açık ve güçlü olan ailelerde temel alınan nokta dayatmadan ziyade
anlamaya dönüklük olduğu için hata oranı sıfıra yakındır.
Konu dayatmaya
gelince evlerin akşam halinin en kaçınılmaz yanı çocukların ödevleridir. Her
evde haftanın en az bir akşamı ödev konusu temel bir mesele olarak masaya
yatırılır. Burada ödevi zorunluluk olarak görmek yerine sorumluluk olarak kabul
etmek gerekir. Çocuklarımıza da bu sorumluluğu aşılayabilirsek hayatın her
alanında görev bilincinde hareket ederler. Aksi takdirde dayatma ve cebir
yoluyla yaptırılmaya çalışılan islerin dönütleri maalesef pek de olumlu
olmamakla birlikte telafisi güç sonuçlar doğuruyor. O günün ödevini yapan
çocuklarımız konuyu anlamak sadece günü kurtarmış oluyorlar.
Aile fertleri
birbirlerini olduğu gibi kabul edip farklılıklarından yola çıkarak ilişkilerde
ortak noktayı bulabildikleri müddetçe mutluluğa yakın bir hayat yaşamış
olurlar. Aksi durumda eşler birbirlerinin farklılıklarını törpülemeye çalışıp
karşısındakini kendine benzetmeye çalışmaya başladığı andan itibaren
karşısındakinin değişmeye başlamasıyla kendisi de kaybetmeye mahkûm hale gelir.
Farklılıklar hayatın cilveleri ve güzellikleridir.
Aile içi görev
paylaşımında fedakârlık her zaman kişinin hanesine artı puan olarak yazılır. Herkes
üzerine düşen sorumluluğu gücü nispetinde yerine getirmeye çalışırsa ortada bir
iş de kalmaz. Klasik olarak söylenegelen “Herkes kendi kapısının önünü süpürürse
bütün şehir temiz olur.” sözü hayattaki tüm ilişkiler için geçerlidir.
Aile içi
ilişkilerde bilhassa kadın-erkek yani eşler arası dengede eşitlikten ziyade
adalet olgusu ön planda olmalıdır. Sosyolojik bir deyim olarak kullanılan kadın-erkek eşittir söyleminin yerine
kadın erkek ilişkilerinde adaletli olunmalıdır söylemini ve devamında adalet
eylemi diri tutmalıyız. Adaletin olduğu ailelerde ve dolayısıyla toplumlarda
huzur da peşi sıra gelir.
Derdimiz huzuru
yakalamak ve yaşamak ise müşterek olarak çıktığımız evlilik ve aile olma
yolunda birbirimizin noksanlarını yüzüne vurmak yerine eksiklerimizi kapatmaya
çalışmalıyız. Her insan biraz noksandır, bir elmanın yarısı gibidir. Diğer
yarısını bulunca tamam olur. Hayatın müşterek oluşuna bu açıdan baktığımız
zaman birbirimizi tamamlamak adına hayatımızı müşterek kılmalıyız. Aksi
takdirde evliliği bir iş olarak görüp müşterekliği eşlerin ilişkilerinde
ortaklık akdi görmeye başlarsak bir zaman sonra o ortaklık bozulur ve ortada
evlilikten eser kalmaz.
Bir evi yuva,
bireyleri aile yapan temel unsur sevgi, saygı ve sorumluktur. Bunu kavradığımız
zaman yarım olduğumuz bu hayatta diğer yarımızı bulunca hayat müşterek olur.