Hayat kestirmeden yaşanmaz
Gündelik hayatta bir yere giderken menzile daha kısa yoldan gitme anlamında “kestirme” şeklindeki bir ifade kullanılır. Doğrusu bu anlaşılır bir şeydir. Zira vakit, enerji ve nakitten tasarruf gibi bir takım faydaları bulunmaktadır.
Fakat
hayat söz konusu olduğunda böyle bir şeyden bahsetmek mümkünse de, bunun insan
için getireceği uzun vadeli kayıplar dikkate alındığında çok verimli olduğu
söylenemez. Burada esasen üzerinde tartışılmayı hakeden mesele, her alanda kısa
yoldan köşe dönmecilik mentalitesidir. Bu durum günümüzde öyle görünür oldu ki,
artık bir problem olarak konuşulmaya başlanan toplumsal çürümenin de önemli
sebeplerinden birisidir.
1980’li
yıllar Türkiye’nin dışa daha açık modernleşmeyi yaşamaya başladığı dönemdir.
Bir başka deyişle, Türkiye’nin de dünyaya entegrasyon anlamında küreselleşmeye
dahil olması istenmişti. Turgut Özal’lı yıllarda bu gerçekleşti. Köşe
dönmecilik ve kestirmeden refaha kavuşmak insana bulaşmış bir nitelik olup her
dönemde görünürlüğü vardır. Ancak bu edebiyatın konuşulması ve yükselmesi
1980’li yıllarda oldu. Fakat esas kırılma 2000’li yıllardan itibaren başladı.
2000’lerden bugüne küreselleşme tüm boyutlarıyla hayatın kılcal damarlarına
girmiş bulunmaktadır.
Küreselleşme
dediğimiz fenomeni bu kadar etkin kılan unsur bilgisayar ve iletişim
teknolojisidir. Belki 1980’lerin tek kanallı televizyonun iletişim imkanlarında
bir ferdi kısıtlı bir sosyal çevre içinde belirlediğiniz sosyalleşme
çerçevesinde tutmanız mümkündü. Fakat bu iletişim imkanlarının arttığı oranda
imkansızlaştı. Şimdi sosyal çevre elinizdeki bireysel ekranlarınızdan
ulaşabildiğiniz kadar geniştir; dünya ölçeğinde genişlemiştir. Dolayısıyla
erişilebilirliğin arttığı oranda eğitim, anlayış, dünyayı kavrayış biçimi de
eski sosyal ağlardan kopmuştur.
Bu
minvalde önemli değişimlerden birisi de, emeğin değerini kaybetmesiyle paralel
olarak kısa yoldan refaha ulaşmaktır. Çünkü ekranlardan başarı hikayesi
şeklinde sunulan, örnek prototip olarak gösterilenler refaha ulaşmış
insanlardır. Fakat insanlara dünyada herkesin yüksek refah sahibi
olamayacağını, bunun sıfır toplamlı bir oyunu ifade ettiğini; son kertede
sömürünün alt sınıflar lehine devam ettiğini kimse söylememektedir.
Son
zamanlarda yoğunluğu daha da artan ponzi sistemi kurbanları, farklı finans
enstrümanlarında kaybedenler kısa yoldan refaha ulaşmak üzere hareket eden
insanlardan oluşmaktadır. Aslında onların kayıpları, bir başkasının
kazançlarıdır. Aslında değişmeyen şey bu oyunun kendisidir ve insanların hırsıdır.
Fakat
daha kötü olan durum, bu mentalitenin yeni bir sosyalleşme biçimi oluşturması
ve toplumda baskın bir nitelik haline gelmesidir. Esasen yeni dünya sisteminin
aldığı biçim ve gidişatı orta sınıfın giderek ciddi biçimde zayıflamasıdır. Bu
zayıflama ise en başta kaliteli toplumsallık ve eğitim açısından negatif bir
durum demektir. Diğer yandan küresel ölçekte artan yaşam maliyetleri,
insanların temel ihtiyaçlarına ulaşımı da ekonomik açıdan zorlaştırmıştır.
Bunun da etkisiyle rasyonel olarak “gelecek” kurmaktan ümidini kesenlerin
hayatı kestirmeden refaha dönüştürme tavrına girişmelerini sonuçlamaktadır.
Tüm
bunların sonucunda yabancılaşmış beden, yabancılaşmış hayat ve yabancılaşmış
kişiler elimizde kalmaktadır. Çünkü bir şeyin içselleştirilmeden, emek
verilmeden bedene ve hayata dokunması mümkün değildir. Emek vermediğiniz hiçbir
şeyi hissedemezsiniz. “Haydan gelen huya gider” atasözü aslında bu durumu güzel
anlatmaktadır.
Kendinizi tüm yapıp etmelerle birlikte değerlendirdiğinizde, en son sizden geriye kalanlar neler olacaktır? Siz kimsiniz ve gidiş nereye?