Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Hayat kestirmeden yaşanmaz

Gündelik hayatta bir yere giderken menzile daha kısa yoldan gitme anlamında “kestirme” şeklindeki bir ifade kullanılır. Doğrusu bu anlaşılır bir şeydir. Zira vakit, enerji ve nakitten tasarruf gibi bir takım faydaları bulunmaktadır.

Fakat hayat söz konusu olduğunda böyle bir şeyden bahsetmek mümkünse de, bunun insan için getireceği uzun vadeli kayıplar dikkate alındığında çok verimli olduğu söylenemez. Burada esasen üzerinde tartışılmayı hakeden mesele, her alanda kısa yoldan köşe dönmecilik mentalitesidir. Bu durum günümüzde öyle görünür oldu ki, artık bir problem olarak konuşulmaya başlanan toplumsal çürümenin de önemli sebeplerinden birisidir.

1980’li yıllar Türkiye’nin dışa daha açık modernleşmeyi yaşamaya başladığı dönemdir. Bir başka deyişle, Türkiye’nin de dünyaya entegrasyon anlamında küreselleşmeye dahil olması istenmişti. Turgut Özal’lı yıllarda bu gerçekleşti. Köşe dönmecilik ve kestirmeden refaha kavuşmak insana bulaşmış bir nitelik olup her dönemde görünürlüğü vardır. Ancak bu edebiyatın konuşulması ve yükselmesi 1980’li yıllarda oldu. Fakat esas kırılma 2000’li yıllardan itibaren başladı. 2000’lerden bugüne küreselleşme tüm boyutlarıyla hayatın kılcal damarlarına girmiş bulunmaktadır.

Küreselleşme dediğimiz fenomeni bu kadar etkin kılan unsur bilgisayar ve iletişim teknolojisidir. Belki 1980’lerin tek kanallı televizyonun iletişim imkanlarında bir ferdi kısıtlı bir sosyal çevre içinde belirlediğiniz sosyalleşme çerçevesinde tutmanız mümkündü. Fakat bu iletişim imkanlarının arttığı oranda imkansızlaştı. Şimdi sosyal çevre elinizdeki bireysel ekranlarınızdan ulaşabildiğiniz kadar geniştir; dünya ölçeğinde genişlemiştir. Dolayısıyla erişilebilirliğin arttığı oranda eğitim, anlayış, dünyayı kavrayış biçimi de eski sosyal ağlardan kopmuştur.

Bu minvalde önemli değişimlerden birisi de, emeğin değerini kaybetmesiyle paralel olarak kısa yoldan refaha ulaşmaktır. Çünkü ekranlardan başarı hikayesi şeklinde sunulan, örnek prototip olarak gösterilenler refaha ulaşmış insanlardır. Fakat insanlara dünyada herkesin yüksek refah sahibi olamayacağını, bunun sıfır toplamlı bir oyunu ifade ettiğini; son kertede sömürünün alt sınıflar lehine devam ettiğini kimse söylememektedir.

Son zamanlarda yoğunluğu daha da artan ponzi sistemi kurbanları, farklı finans enstrümanlarında kaybedenler kısa yoldan refaha ulaşmak üzere hareket eden insanlardan oluşmaktadır. Aslında onların kayıpları, bir başkasının kazançlarıdır. Aslında değişmeyen şey bu oyunun kendisidir ve insanların hırsıdır.

Fakat daha kötü olan durum, bu mentalitenin yeni bir sosyalleşme biçimi oluşturması ve toplumda baskın bir nitelik haline gelmesidir. Esasen yeni dünya sisteminin aldığı biçim ve gidişatı orta sınıfın giderek ciddi biçimde zayıflamasıdır. Bu zayıflama ise en başta kaliteli toplumsallık ve eğitim açısından negatif bir durum demektir. Diğer yandan küresel ölçekte artan yaşam maliyetleri, insanların temel ihtiyaçlarına ulaşımı da ekonomik açıdan zorlaştırmıştır. Bunun da etkisiyle rasyonel olarak “gelecek” kurmaktan ümidini kesenlerin hayatı kestirmeden refaha dönüştürme tavrına girişmelerini sonuçlamaktadır.

Tüm bunların sonucunda yabancılaşmış beden, yabancılaşmış hayat ve yabancılaşmış kişiler elimizde kalmaktadır. Çünkü bir şeyin içselleştirilmeden, emek verilmeden bedene ve hayata dokunması mümkün değildir. Emek vermediğiniz hiçbir şeyi hissedemezsiniz. “Haydan gelen huya gider” atasözü aslında bu durumu güzel anlatmaktadır.

Kendinizi tüm yapıp etmelerle birlikte değerlendirdiğinizde, en son sizden geriye kalanlar neler olacaktır? Siz kimsiniz ve gidiş nereye?