Dolar (USD)
35.17
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2970.76
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Hayat ironisi

Başlığı “Tanrı ironi yapıyor” şeklinde düşünmüştüm. Ancak “Hayatın ironisi” başlığı biraz daha geniş analizlere izin vereceği için onu tercih ettim. Bu arada parodi, ironi gibi kavramlar yanında Lacan’ın Aporia ve Baudrillard’ın simülasyon kavramlarını da hayatın içinde yeniden test etme imkanını buluyoruz. Bu, biraz da mecburiyetlerimizden kaynaklanıyor.

Kierkegaard, hayatın tüm açmazları karşısında yapılabilecek olan tek şeyin kahkaha atmak olduğunu söyler. Hastalıktan çok çekmiş ve kardeşlerinin tümü ölmüş birisi olarak Kierkegaard’ın bu sözünü tuzu kurulukla suçlayamayız. Ancak hayatın içerisinde sıkışmış ve standartlaşmış anlamların dışına çıkabilmek için galiba böyle bir kahkaha atmak önemli olsa gerektir. Fakat bunun o kadar kolay olmadığını da bilmekteyiz.

“Hepimizin gideceği yer orası” söylemiyle “hayatımızı kurtarmak” arasındaki gerilimde yaşıyoruz ve aslında “hayat”ın ne demek olduğunu deneyimliyoruz. Felsefenin başından itibaren bu problemlerle uğraştığını biliyoruz ve en nihayetinde kendimiz ile dünya arasındaki boşluğu bir türlü dolduramamak bizlere tekrar “Tanrı’nın lütfu”nu adres göstermektedir.

Tüm bu deneyimleri zihnimde yaşarken bir yandan hayatın ironileri, diğer yandan bazı sorular aklıma takıldı. İstanbul’da Eylül ayında yaşanan deprem akabinde evlere girmek konusunda tereddütler yaşıyorduk. Hatta mümkün olduğunca geç girmek, dışarıda vakit geçirmeye uğraşıyorduk. Şimdi ise evlerden çıkmamak gerektiğini biliyoruz. İşte size hayatın bir ironisi.

Son otuz kırk yıl içerisinde sadece biz değil tüm dünyada önemli oranda bireyselleşme ve kapitalistleşme yaşandı. Ama şimdi paraya daha az el değmek üzere kendimizi kurguluyoruz. Arkadaşlarımız, akrabalarımız vesair insanlarla tokalaşmayı bırakın belirli bir mesafede durmak zorundasınız. Hatta risk grubu yüksek olduğu için anne babalarla görüşülemiyor. Artık dışarı çıkınca kendinize suçlu muamelesi yapıyorsunuz; en azından psikolojik olarak. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Bu arada yaşananlardan ders çıkarabildik mi? Görebildiğim kadarıyla hangi konu olursa olsun, oradan bir kutuplaşma çıkarma becerimiz maalesef devam ediyor. Yaşadığımız bu verili durum karşısında, yapabileceğimiz öncelikli şey “millet” olabilme iradesini gösterebilmektir.

Felsefe, bilim ve akılcı tartışmaları kesinlikle önemserim. Zaten mesleğim gereği de bunların içinde yaşıyorum. Ancak hayatın içinde varolan ve bize kadar birikimsel olarak gelen bilgeliği de önemserim. Bu bağlamda, muhafazakar bir ideoloji içinde tanımlanamasam da geçmişin birikimlerinde bir bilgelik olduğu kanaatini taşımaktayım. Hayatı yaşarken nihayetinde belirli oranda kendi tarihselliklerini yansıtmakla birlikte, dedem ve babamın zamanında pratik olarak “hayatta kalma” tecrübelerinin yön gösterici olduğunu düşünenlerdenim. Açıkçası bizim toplumumuzun önemli avantajlarından birisinin de bu olduğunu düşünmekteyim.

İşte tam da bu günlerde gençlere bunları hayattan dersler olarak aktarmanın zamanıdır. Hayatın hep ironilerde bulunacağını, her zaman konforlu bir hayatın bizi beklemediğini, dirençlerimizi artırmanın ve dayanışmanın tam zamanı olduğunu onlara göstermeliyiz. İnanın birçok bilgi aktarımından çok daha değerli bir ders olacaktır bu.

“İnsan olmak maruz kalmak” demektir. Hayatın ironilerine ve getirdiklerine maruz kalmak demektir. İnsan olmak bir varoluş sorunudur tüm bunlarla birlikte. Bir insan olarak niçin dünyada varız? sorusuna muhatap olmaktır. Gelin bir yandan bunları daha derin düşünürken, diğer yandan herşeye rağmen hayata gülümseyelim. Kierkegaard gibi kahkaha atamasak da.