Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Hayat ile ölüm arasındaki durak yoğun bakım

Düşünür ve edipler, eserlerinde hayatın anlamını ele alıp işlemekte, fikirler ileri sürmektedirler. Yaşam nedir? Ölüm nasıl bir tecrübedir? Hayat ile ölüm arasındaki o görünmeyen ince çizgide yaşananlar, nasıl gerçekleşir? Bu sorular, insanlığın kadim problemleri olarak günümüze kadar sorgulana gelen temel suallerdir. Onun için Hayy olan Allah’tan uzun bir ömür talep eden dualara, ‘hayırlı ve bereketli’ sıfatlarını da dahil etmek hayatı daha bir anlamlı kılmaktadır.

Aksi takdirde hastalıklı, acı içinde geçen, verimsiz, nitelikli olmayan bir hayat, belki yaratılış gayesine uygun olmayacak büyük imtihanlara muhatap edebilir. Nasıl ki, ölmeden önce hayatın, fakir olmadan önce malın, ıstırap çekmeden mutluluğun, yaşlanmadan önce gençliğin kıymetini bilmemiz gerekiyorsa, hastalanmadan önce de sağlık ve sıhhatin değerini idrak etmemiz gerekir. Dünyanın en büyük hükümdarlarının bile, “olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi’ demeleri rastgele söylenmiş ifadeler değildir.

Endülüslü filozof/hakîm İbn Bacce diyor ki, insanların mutlu olduğu en ideal devlet ve toplum, hâkimlerin (yargıçların) ve hekimlerin (tabiplerin) olmadığı yerdir. İnsanlar faydalı gıdalar alırlar; zararlı yiyecek ve içeceklerle beslenmedikleri için sağlıklıdır. Dolayısıyla doktorlara ve hastanelere ihtiyaç kalmaz. Birbirlerinin haklarını gözetip erdemli yaşadıkları için de kavga ve şiddet olmaz; dolayısıyla hâkim ve mahkemelere ihtiyaç kalmaz.

Sıhhat nasıl önemli bir nimet ise, hastalık ta bir gerçeklik olarak hayatın parçasıdır. Sağlığını yitirerek hastaneye gitmek, hatta orada günlerce tedavi olmak için yatmak da ömür katarındaki sıradan vakalardandır.

Hükümdar olan kalbin yönettiği beden ülkesi, hastalandığı zaman idareci organın emirlerini yerine getiremez. Hatta ona yakın azalar olan karaciğer, akciğer, böbrek gibi diğer organlar da devre dışı kalıp, insanın hayatî eylemlerini sıkıntıya sokarak en değerli nimetlerin başında gelen nefes almayı engelleyebilir. Artık dışarıdan destek aparatlarıyla daha rahat nefes almanın çarelerine bakılır. O da yetmediğinde hasta, uyutularak ağız içi tüp konulup yoğun bakım ünitesine doğru sevk edilir. Yoğun bakım ünitesinin bir başka adı da reanimasyondur. Yani yeniden canlandırma bölümü.

Yoğun bakım servisi, ileri düzeyde problemli hastaların alındığı bir alandır. Aslında bu büyük ve tek bir salon şeklinde düzenlenmiş, tıbbı araçlar, hastalar ve yataklarıyla perdeleme imkânı olan bir mekandır. Orası aslında ölüm ile hayat arasındaki durak ve istasyondur.

Ecelin geciktirilmeyeceği ve ömürlerin öne alınmayacağını bildiren ilahî mesajlar, büyük imtihanın yaşandığı bir bölümde olunduğunu size anlatmaktadır. Genç, orta yaşlı, ileri yaşlı, kadın ve erkeklerin çoğunun baygın ve uyutulmuş olduğu bu bölüm, mahşeri anlatan ilahî kelamı size hatırlatmaktadır. Burası gece ile gündüz fark edilmeyecek derecede izole edilmiş ve pencerenin olmadığı bir yerdir.

Birinci dereceden yakın akrabaların, günde sadece on dakika ziyaret edebileceği bu bölüme girip hastalarını görmek için, özel kıyafet ve eldiven takmaları gerekmektedir. Girildiğinde karşılaşılan ağır tablo karşısında kendi hastanızın dışındakilerden gözünüzü kaçırıp, bir an önce oradan çıkmayı arzularsınız.

İlaçlar, tedaviye cevap verirse, bunu güzel haberlerin başlangıcı olarak görürsünüz. Ancak antibiyotikler, karşılık vermeyince, başka ilaçlar denenmeye başlar. Hasta kendinde olmadığı için ve ağzındaki tüp ve nefes aparatları nedeniyle beslenme, karından veya serumla yapılır. Hastanız ayıldığında ise, hem sevinci hem de üzüntüyü birlikte yaşarsınız.

İlaçların etkisiyle kendisinde olmaması, yerinden kalkmaya çalışması, ellerinin bezlerle yatağa bağlanması sonucunu getirir. En sevdiğinizin güzel öpülesi ellerini, kendi ellerinizle yatağa bağlamanız ne kadar acı ve hüzün vericidir bilemezsiniz. Ama başka çareniz yoktur. Aksi takdirde takılı olan birçok ince ve kalın hortumu, bağlı olan serumu bilinçsizce atıp yatağından inmeye çalışır ki, o bunun için son derece riskli ve tehlikeli bir durumdur.

Hastanız, iyileşmeye başlama sürecine girdiğinde orada neden bulunduğunu idrak etmeye ve sorgulamaya çalışmaya başlar. Hemşirelerin, ‘çıkınca buradaki hiçbir şeyi hatırlamayacak’ ifadesi, içinizi bir nebze olarak rahatlatır ama, kaygılarınızı bütünüyle gidermez.

Yoğun bakım ünitesinin çalışanları, doktorlar, hemşireler ve hastabakıcılar dünyanın en zor işini yapan melekler olduğunu söylersek abartılı bir ifade kullanmış olmayız. En yakın akrabalarının bile on dakika kalmaya tahammül edemediği ortamda, onların bütün ömürleri ve günlük hayatlarının önemli bir kısmı o servislerde geçmektedir. Velhasıl, onların işleri hem fizikî olarak hem de psikolojik olarak çok zor ve meşakkatlidir. Büyük bir sabır, hatta dervişane bir tahammülü gerektirmektedir.

Yaşam ile ölüm arasındaki bir durak olarak yoğun bakım servisindeki hasta, bilge bir hekim olan Uludağ Ün. Tıp Fakültesi’nde fedakârca görev yapan Prof. Halis Akalın hocanın ifadesiyle “okyanustaki gemi gibidir. Her an fırtına çıkabilir, şiddetli yağmur ve kasırga olabilir, dalgalar yükselebilir, her an her şey olabilir”. Bu ifadeler, her şeye karşı hazırlı olun ikazını içermektedir.

Umut ve üzüntü arasında günlerce, belki aylarca bekleyiş… Hastanın yoğun bakımda, yakınlarının ise, dışarıdaki yoğun bakımdaki hüzün ve gözyaşları içerisinde bir türlü geçmeyen günler… Elleri bağlı bir şekilde yerinde duramayan hallerini çaresizlik içinde izlersiniz. Oradan çıkınca da ağlamaya başlarsınız. Hastanın yanında ağlamamak için adeta direnirsiniz.

Dışarıda günlerce beklersiniz, sizi hastanın sağlığı için içeri al(a)mazlar. Hastanın bütün hizmetlerini, doktor ve hemşireler yapar; özel bakımlarını da hasta bakıcılar yerine getirir.

Siz, hastanenin acil servis girişlerinde, banklarda ve kantinlerde hemen çıkacakmış gibi sevdiğiniz canınızı bekler, ayrılamazsınız. Bunların yanında, yeni gelen baygın, kendinde olmayan, acı içine olan hastaların hallerini, acil servisin girişinde hüzünle izlersiniz. O anda orada zaman durur; çünkü ağlayanlar, bağıranlar ve acı çekenler hepsi oradadırlar. Hepsine dua edersiniz, bazen onların seslerinin ve görüntülerinin hüznünden, kendi hastanızı unutursunuz.

Kalbiniz, yüreğiniz orada olduğu için acil kapısından uzaklaşmaz, ayrılamazsınız. Hastanenin küçük mescidinde namaz vakitleri geldiğinde, ellerinizi açıp veya secdede her türlü şifayı veren eş-Şâfî’ye yalvararak ilahî nefesten nasiplenir, rahatlarsınız. Kur’ân okuyarak içinizden gelen haliyle dualarla Hakk’a yalvarır ve yakarışta bulunursunuz.

Hastanız, takılan ve bağlı olduğu alet ve makinalardan birer birer kurtulamaya başladığında, siz de onunla şifa bulmaya başlarsınız.

Nihayetinde özel odasına geliş, yoğun bakımdan kurtuluş ve Rabbu’l-âleminin verdiği ‘ikinci bir ömür’, şükür ve duayla karşılık bulur.

Hâsılı, şifa, kurtuluş ve şükür; kalp ve zihin muhasebesini yaparak hayatın anlamını, verilen en değerli nimetin yaşam olduğunu size hatırlatmaktadır. Yoğun bakımda olan tüm hastalara Rahman ve Rahim Allah, eş-Şâfî ismiyle şifa versin.