Hayat devam ediyor mu?
Bir şeyler oluyor, dünya dönüyor, birileri ölüyor, birileri doğuyor, birileri sofradan tok kalkıyor, birileri oturacak sofra bulamıyor, birileri sabah işine gidip akşam evine dönüyor, birilerinin ise artık sabah gidecek bir işi kalmıyor ve akşam gidecek evi de yok, birileri akşamın Z raporunu alırken, birileri akşamın gelmesini istemiyor, çünkü donuyor. Bir yerlerde toprak kaynıyor, deprem oluyor, üzerindekileri hallaç pamuğu gibi dağıtıyor, hayat durma noktasına geliyor, şehirler yerle yeksan olurken evler görücüye çıkıyor; öteki yerde bulut ağırlığını döküyor, yağmur olup gökyüzünden iniyor, sel olup toprağın bağrından kopup geliyor, şehri önüne katarak götürüyor, Dünyada bu trajediler ve dahası yaşanadururken, birileri ise duyarsızlığıyla kendi gündemiyle meşgul olmaya devam ediyor. Hayatta nice canlar yanarken, birileri ise dünya kendi etrafında dönüyor havasında yaşamaya devam ediyor. Velhasıl, birileri için hayat devam ederken, birileri için ise devam ediyor gibi görünse de etmiyor.
Son beş yazımızda “Asrın
Felaketi” diye nitelendirilen Kahramanmaraş merkezli depremleri konu
aldım. Depremi bizzat yaşayan biri olarak kalemim başka da bir şey yazmaya
varmıyor. Oysa depremden önce kaleme aldığım bazı yazılar vardı, ancak onları
yayınlatmak da içimden gelmiyor. Ne kadar durumu kabullenip yaşam devam ediyor
demeye çalışsak da maalesef bu durumu kabullenmek kolay olmuyor.
Kahramanmaraş,
Hatay, Adıyaman ve Malatya’yı yerle yeksan ederken, içinde yaşadığım şehir
Adana’nın da olduğu yedi şehri sallayan depremin artçıları devam ediyor ve bu
artçılarla beraber yüreğimizdeki artçıların da şiddeti artıyor.
“Acılar paylaşıldıkça azalır.” denir, ancak bazı acılar paylaşıldıkça ve hikâyeleri
dinlendikçe daha da artıyor. Yaşanan acıyı tanıklarından dinleyince ve
videolarını izleyince o gece ve ertesinde yaşananların büyüklüğünü fark ediyor
insan ve yüreğindeki hüzün daha da büyüyor.
Depremi bizzat yaşamayıp
ekran başından izleyen dostlarımız bizi arayıp da izledikleri görüntülerle
ilgili durum değerlendirmesi yaparken, bize ne yaşadığımızı sorduklarında,
onlara yaşadıklarımızı anlatacak kelime bulmakta zorlanıyoruz. Daha önce de
belirttiğim gibi; bu acı ne
anlatılabilecek ne de anlatılmaya çalışıldığında anlaşılabilecek bir acıydı.
Tek cümle ile anlatmaya çalışacak olursak, bugüne
kadar yaşamış olduğumuz bütün depremleri unutturacak bir felaketti. Adına
deprem desek de o gece bir depremden çok daha fazlasıydı.
Yerin sakinleşmesini
ya da içinde bulunduğumuz evlerin başımıza yıkılmasını beklemekten başka
yapabilecek bir şeyimiz kalmamıştı. 04.17 itibariyle mütemadiyen yirmi dakika
boyunca sallanmak ve üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen hala sallanıyor
olduğunu hissetmek normal hayata dönmeyi zorlaştıran bir durum. O yüzden
birileri bize ‘artık normal hayata dönün,
hayat devam ediyor!’ dese de bunu yapmak için daha çok zamana ihtiyaç var
sanırım.
Biz de bir an
evvel eski ve normal hayatımıza dönmek istiyoruz. Lakin bunu yüreğimize
anlatmamız mümkün olmuyor. Yaşanan acı normal olmadığı için bunu kabullenmek de
kolay olmuyor. Depremde binalar sallandı, ancak yüreğimizde bir şeyler yıkıldı.
Bundan üç yıl
öncesine kadar pandemi sürecini yaşadığımız dönemlerde televizyonlardan eski
filmleri izlediğimiz zaman insanların tokalaştığı sahneleri gördüğümüzde
garipsediğimiz gibi şimdilerde de diğer şehirlerdeki arkadaşlarımızla
konuştuğumuzda evlerinde oturup yemek yediklerini, sohbet ettiklerini
söylediklerinde depremden etkilenen şehirlerde yaşayan bizler, bu durumu
garipsiyoruz. Orada hayat devam ediyordu, ancak buralarda maalesef hayat tam
anlamıyla devam etmiyor. Her artçıda yüreğimiz hop ediyor ve tedbirler bulmanın
yollarını arıyoruz. Belki de hayatımıza ilk defa arsa, tarla, prefabrik,
koyteyner, karavan gibi kelimeleri dâhil etmiş ve sahibi olduğumuzu
düşündüğümüz evlerimize girmemek için çareler peşinde koşuyoruz. Bir çoğumuz
hala kaplumbağa misali arabalarımızda yaşıyoruz.
Depremden
etkilenen yedi şehrimiz hariç diğer şehirlerde eğitim öğretime devam ediyor
olması da garipsediğimiz bir diğer durum. Adana, Osmaniye ve Gaziantep’te 13
Mart’ta, Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Malatya’da ise 27 Mart’ta eğitim
öğretime başlanması planlanmaktadır. Peki, okulların açılmasıyla hayat
normalleşecek mi? Orası da ayrı bir muamma!
Adana özelinden
meseleye bakacak olursak, okulların bazıları ağır, bazıları orta, bazıları da
hafif hasar aldı. Birçok okulumuzda ise hiç hasar olmaması yaralarımızı teselli
edecek olsa da, hala şehrin birçok yerinde insanlar çadırda, arabalarında,
koyteynerlerde kalırken, dahası birçok vatandaşımız da şehri terk etmişken
okulların açılması ile hayat normale dönecek mi, yaşayarak göreceğiz.
Okulların
açılmamasını savunmuyorum. Ancak dersi biten bir öğrenci, okuldan çıktıktan
sonra çalışan ebeveynini arayıp nereye gitmesi gerektiğini sorduğunda hangi
anne baba; “Yavrum, eve git, beni bekle!”
diyebilecek? Bunun benzeri durumlar hâlihazırda yaşanmaya devam ederken çözümü
yaşayarak göreceğiz.
Bu durumdan daha
da acısı ise haber kanallarında dahi depremin unutulmaya ve unutturulmaya
çalıştırılmasıdır. Bu durum içimizi sızlatıyor. Birilerinin, bir gün çıkıp ‘Küstüm, oynamıyorum!’, ertesi gün ise ‘Topun sahibi benim, forvet oynamama izin
verirseniz sizi de oynatırım!’ demesi haber kanallarında yaşadığımız acıdan
daha fazla yer kaplıyorsa, yaşadığımız acıya da “Asrın Felaketi!”
demeleri bir kandırmacadan öte bir şey olmuyor.
Bu acının unutulmasına,
unutturulmaya çalışılmasına içim el vermiyor. Dünyayı tiyatro sahnesine
çevirdiler, bize de alkışlayın diyorlar. Ancak biz ölüyoruz ve bu durum
umurlarında değil. Rabbim sonumuzu hayreylesin.
Ya Rab! Çıkış
kapımızı kaybettik. Bize bir çıkış kapısı göster. O çıkış kapısı doğru ve
hayırlı kapı olsun ve o kapıyı doğru anahtarla açmayı bizlere nasip et. Ki Sen’den
başka sığınacak kimsemiz yok Ya Rab!