Haya ille de haya!
Ahmet Bey’in yanakları
kıpkırmızı olmuştu. Bir dokunsanız bin ah işitecektiniz sanki. Ağlaması an
meselesiydi.
Aradan çok zaman geçmemişti ki
gözlemlenen şey oldu. Kayalara çarpan ve
yükseklerden akan suların ah u fizarıyla göz yaşları o kıpkırmızı kesilmiş
yanakları ıslatmaya başladı.
Ahmet bey, başını iki elinin
arasına almış ve gözlerinden akan yaşlara yüreğinden lisanına dökülen
kelimelerle ama bütün varlığa işittirecek bir inilti ve elem dolu söz tonuyla
konuşmaya başlamıştı.
— Ne çok utanç duyuyorum o
utanılacak halimizi kaybettiğimizden. Haya ediyorum o hayalı halimizi
yitirdiğimiz şu perişan halimizden.
Hiç unutabilir miyim o
edep dolu hallerimizi.
Kalabalık bir ailede
yetişmiştim. Bütün akrabalarımızla bir aile idik. Hem de yekpare bir aile.
Gönlümüze ne işlenmişse gözümüz
öyle bakar kulağımız öyle duyar dilimiz de öyle konuşurdu.
Her duygumuz aslından
uzaklaşmadan ve kirlenmeden menziline doğru haya yolundan ve çalışmak
duraklarından geçer, geleneğin evinden haya ile çıkıp geleceğin kapısını edeple
çalardı.
Ve ben aile okulumda
kirlenmeden diğer okula başlamıştım. İlk ve orta okulum aile okulumu daha da
güçlendirmişti.
Lisede kendime gelmiş gibiydim
ama geçmişimi hiç unutmamıştım. Kirlenmeden ve mahcubiyet yaşayacağım bir şeye
sebep olmadan üniversite yoluna düşmüştüm.
Büyük bir meşakkatten sonra
üniversite durağında kendimi bulmuştum. Burası çok farklı idi. Ne aile okuluma
ne de diğer okullara benziyordu.
Benimi ve bedenimi farklı
görmeye başladım burada. Ya âbâd olacaktım dirilişin direnişini göstererek ya
da berbâd olacaktım her şeyi meşru görüp ben ve bedenime en büyük zararı vererek.
Etrafım alabildiğine bedeniyle
meşguldü. Kızlar bir ayrı bakımlıydı, erkekler apayrı. Şehir farklı görünüyordu
çarşıları çok farklı.
Ne yazık ki üniversitede
olmanın yegâne gayesi gününü gün etmek, baba parasını harcayarak benin havasını
herkese göstermek, bir şey oldum deliliğiyle saçma sapan fikirler herzeleyerek
bilgiçlik taslaklamak tabiri caiz ise adam olmadan cin çarpmak gibi türlü türlü
çiğ haller, edep ve estetikten yoksun vaziyetler üniversite semtinde hep kol
geziyordu.
Şaşırmıştım bu çiğ hallerin
bunca rağbet gören zavallı taliplilerine. Ve çekilmiştim köşeme. Benim gibi
olanlarla beraber.
Biliyor musunuz? Hep haya ederdik
hayasızlıkların bunca serbest dolaşmasına. Ve konuşamazdık hem cinsimiz olmayan
biriyle. Onların mahremiyeti ve hayanın hakikatinin buralarda gizlendiği
gönlümüze, gözümüze öyle işlenmişti.
Ne çok ter dökerdik kendimiz
kalmak için. Gelişerek olgunlaşmak kendimizi kaybetmeden gönlümüzü kirletmeden
dilimizi dikenleştirmeden daha iyiye varmak için.
Başımızı kaldırıp bakamazdık
bir kızın yüzüne.
Yemek sırasına girip
karavanadan almayı fakir arkadaşlarımızın hakkına tecavüz görürdük.
Muhaliftik ve muhalif kalmak
isterdik hep bu hallerimizle.
İktidarın bizi iktidarsızlığa
sürükleyeceğini hep düşünür ondan sığınırdık Mevla’mıza.
Helal, yüzümüzün perdesi; çalışmak
cebimizin geliriydi.
Davamız sevdamızdı. Sevdamız da
hayamız.
İktisat sade yaşamımızın özeti,
kanaat zenginliğimizin ta kendisiydi.
Tek liderimiz ve baş öğretmenimiz
efendimizdi.
Sokaklarda başımız önümüzde,
kefenimiz boynumuzdaydı.
Bak şimdi şu perişan
haline Ahmet Bey!
Yüzün kızarmadan bakıyorsun
yüzlere hem de gençliğinin o ateşin halleri yokken.
Haramın semtinde vatan tutmuş
gibi görünüyorsun en aymaz halinle.
Muhalifliğin değerlerine olmuş,
iktidarın esiri olmuşsun en büyük cezbeli hallerinle.
Bankaların semtinden geçmezken
cebinin en yakıcı hali olmuş o haramzade haliyle oralar.
Ah Ahmet Bey Ah! Nasıl böyle
çözüldün ve kendinden oldun.
Mülkiyenin koridorlarında, tıbbiyenin
salonlarında, mühendisliklerin galeri boşluklarında, eğitimlerin sıralarında, fen-edebiyatların
amfilerinde hasılı üniversitelerin fakültelerinin her sokağında ve tüm
arzuların kışkırtıcı çığlıkları arasında bütün edep ve hayanla varlığını
sürdürürken şimdi ipi kopmuş tespih taneleri gibi dağılmış ve çözülmüşsün.
Günahlara serbestçe
bulaşıyorsun.
Haramları helal kılacak kadar
haddini aşıyorsun.
İktidar hırsın onurlu
muhalifliğini ayaklar altına aldı.
Ne ekrandaki ne de sokaktaki
günahlardan yüzün kızarmadığı gibi kalbin de utanmıyor aklın da hassas
davranmıyor.
Sadece gönlünü kirletmekle
kalmadın aynı zamanda dilini de körelttin.
Sen Ahmet Bey sen! Bir devrin
battığı bir güneşin karanlıklar içinde kaldığı, hayanın hayallerin örtülerine
sarılarak çok uzaklara atıldığı bir zamanda yaşıyorsun artık.
Artık ne seni maddenin
hakimiyeti kurtarır, ne de iktidarın yakıcı ateşi.
Sen ağla Ahmedim ağla! Ta
kıyamete kadar ağlayacak Ahmetler için ağla ki gözyaşları bu edepsizlik ateşini
söndürsün. Haya ille de haya sinemizde ve simamızda vücut bulsun.
İnan Ahmedim inan! gerisi
sadece bir oyalanmaktan ibarettir. Bugün başımıza bir felaket gelmişse bu kendi
elimizle kendimize ettiğimiz kötülüğün neticesidir.
Ahmet Bey yavaştan ellerini başından
ayırdı. Yanakları ateş gibi olmuş ve eski hayalı halini tekrar almış gibiydi.
Hemen aynanın karşısına geçti. Bu duyguyu tamamen kaybetmediği için şükretti.
— Bir kez daha anladım ki bu
zamanda kahramanın asıl yolculuğu içine olmalı ve gönlünü yeniden parlatmalı
dedi. Kalabalıklar içindeki yalnızlara karışarak yoluna devam etti.