Hatıra denizi
Hatıralar, ömür denizinden kazanılan nimetlerdir. Oltayı
deryaya atarsınız, bazen gençlik yıllarınızdan, bazen de çocukluk çağınızdan inciler
bulur çıkarırsınız. Her hatıra üzerinde derince düşünülebilir, anılardan ibret
alınabilir, ders çıkarılabilir. Hatıra, hatırda kalan demektir, unutulmayan ve
ömrümüzden geriye kalan canlı sahneler.
Hatıra
kitaplarını çok seviyorum. Bu eserleri okurken kendimden parçalar buluyorum.
Yaşanmışlıklara dalarken yaşadıklarım gözümün önünden gelip geçiyor. Bunun için
değerli şair yazarımız Mehmet Emin Ulu’nun Güvercinlerin
Selâsı isimli eserini bir solukta okudum. Roman ve hikâyeleri de sevilerek
okunan Ulu’nun eseri akıcı, üslûbu sürükleyici, anlatımı hasbi, edası samimi, ifadesi
hissî, tesiri ulvidir.
Akçağ
Yayınları’ndan çıkan eser, bir yönüyle Anadolu hasreti, bir cephesiyle
İstanbul’a güzellemedir. Yazarımız pek çok eserin müellifidir. Her biri
üzerinde ayrıca durulmalıdır. İyi müesseselerden aldığı mühim ödüller var.
Anadolu’nun sesi, nefesi olarak yıllarca okuyup istifade ettiğimiz Kümbet dergisini unutmuyoruz. Hepsi
önemli. Ama biz yüzümüzü hatıralara çevirelim ve onlara bakalım.
Kitapta, son yarım yüzyılda isimlerini
bildiğimiz, eserlerini okuduğumuz, tesirlerine şahit olduğumuz şahsiyetlerle
alakalı hatıra parçaları, anekdotlar ve nükteler var. Metnin bütününde ise
idealist bir Anadolu insanının yılmaz mücadelesine tanık oluyoruz. Vatan
sevgisi bariz, bayrak sevdası aşikâr, inançlı bir kahramanın mücahitlik yılları…
Mehmet Emin Hoca’nın eserinin mihverinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Hocaları var. Mehmet Kaplan, Abdülkadir Karahan, Ömer Faruk Akün,
Mehmed Çavuşoğlu, Ali Alpaslan, Muharrem Ergin, Osman Fikri Sertkaya, Kemal
Eraslan, İnci Enginün Faruk Kadri Timurtaş, Sadettin Buluç ve Halil Açıkgöz,
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü hocalarıdır. Muhammed Hamidullah, İbrahim
Kafesoğlu, Nihat Keklik, Gülçin Çandarlıoğlu, Sabahattin Zaim ise üniversitenin
diğer ilim insanları…
Fakültede
okurken bir yandan Mehmet Zahid Kotku, Mahmud Esat Coşan, Mehmed Emin Saraç, Necmettin
Erbakan, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Mustafa Müftüoğlu gibi din ve
fikir adamlarının da rahle-i tedrisinden geçen Ulu, yüksek bir okuma zevkine,
geniş bir dinleme şevkine sahip. Mümtaz insanları arayıp buluyor. Nerede bal
yapılacak çiçek varsa arı gibi oraya yöneliyor. Muhtelif topluluklarda bulunuyor, farklı dinî
cemaat ve tarikatların etrafında dolaşıyor. Bu arayış sırasında hep ‘yerli ve
millî’ dengeyi gözetiyor. Biricik ölçüsü Ehl-i Sünnet Vel Cemaat anlayışı.
İslam’ın orta caddesi. Sıratımüstakimden ayrılmıyor, doğru yoldan şaşmıyor ve
tercihlerinde hep isabet kaydediyor. Arayışları Anadolu’dan İstanbul gibi büyük
şehirlere gelen gençlerin ortak merakı. Vakıf ve derneklerdeki faaliyetleri takip
ediyor. Hepimizin yaşadığı tecrübeler.
Kanaatimce
birçok bereketli çeşmeden su içse de Mehmet Emin Bey’in fikir hayatında
belirleyici olan iki kültür mahfili var: Edebiyat Fakültesi ve Edebiyat Vakfı. İlkinde
Mehmet Kaplan, ikincisinde Ahmet Kabaklı başöğretmenleri olmuş. Sadece onun mu?
Az çok hepimiz, bu müstesna muallimlerin rahle-i tedrisinden geçmedik mi?
230 sayfalık eser, seçkin
hatıralarla bezenmiş ve roman tadında. Vefalı yönüyle örnek bir şahsiyet olan
yazarımız, Türk Edebiyatı Vakfı’nda ve çevresinde tanıdıklarını unutamıyor: Bahaettin
Karakoç, Yücel Çakmaklı, Servet Kabaklı ve Muhterem Yüceyılmaz’dan ayrı ayrı
bahsediyor. Kırmızı kalemle pek çok satırın altını çizdim, derkenarlar çıkardım, notlar düştüm. Kana
kana ve istifade ederek okudum. Seçtiğim ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip
Erdoğan’a dair olan bir hatırayı sunmak isterim. Sözü, yazarımıza bırakıyorum:
“29 Mayıs 1976 yılında
Fetih Kutlamaları için yapılan bir toplantıdaydık. Herkes konuştu. Bursa
Kılıç-Kalkan Ekibi gösteri yaptı. Mehter Marşları çalındı. Fakat hiç biri Recep
Tayyip Erdoğan’ın okuduğu ‘Sakarya Türküsü’ gibi o toplumu heyecanlandırmadı.
Şiir bittikten sonra Tayyip Bey, Necip Fazıl Kısakürek’in yanına gitti, elini
öptü. Üstat da onun alnından öptü. Bu manzara hiç unutulacak gibi değildi… Tayyip
Bey, ‘Sakarya Türküsü’nün her mısraında, her kelimesinde âdeta salonu
çınlatıyor, yüreklerde bir destan kahramanı gibi yer alıyordu. Tayyip Bey, o
gün yalnız benim değil benim gibi on binlerin, daha sonra yüzbinlerin hatta
milyonların arkasından gittiği bir hatip oldu. İşte o şiirden sonra, gönül
kulelerimden birini Tayyip Bey’e ayırdım. O kuleyi hiç kimseye teslim etmedim.
Evde çocuklarımın ‘Tayyip Ağabeyi’ oldu. Öğretmenlik hayatımda okuduğum
şiirlerde onun şiire verdiği duyguyu vermeye çalıştım.” Güvercinlerin Selâsı’nı okumak gerek.