Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

02 Mart 2023

​Hatay'ı kendinde aramak!

Yıllar önce ‘Hatayı Kendinde Aramak’ isimli bir yazı kaleme almıştım. Bu yazı üzerine bir dostum Hatay, zaten bizde değil mi? gibisinden bir espri yapmıştı. Biz de bu espriye gülüp geçmiştik. Dün gülüp geçiştirdiğimiz espri, bugün maalesef acı bir fotoğraf olarak karşımızda duruyor. Hatadan Hatay’ı, Hatay'dan da hatayı ayıramaz olduk. Peki, şimdi size sorayım: Hatay nerede, hata nerede?

Bu soruya herkes kendine göre bir cevap muhakkak verecektir. Bazılarınız meseleyi siyasi, bazılarınız ahlaki, bazılarınız da dini zemine çekecektir. Ancak siz hangi zemine çekerseniz çekin, takdir sizindir, ama ben durduğum ve baktığım açıdan meseleyi değerlendirmeye çalışacağım. Çünkü ben hala Hatay'ı da, hatayı da kendimde arıyorum.

6 Şubat gecesi 04.17'de kelimenin tam anlamıyla hayat durdu, dünya sallanmaya başlandı. Yer yerinden oynuyor, gökten başımıza adeta ölüm yağıyordu. Yağmurun altında canhıraş bir telaş ruhumuzu kaplamış, ha şimdi ha birazdan diyerek yıllarca emek edip aldığımız evlerimizin başımıza yıkılmasını çaresiz bir şekilde Kelime-i Şehadet getirerek bekliyorduk. Güzel ülkemin on bir şehri yerinden oynarken tüm ülkenin yüreği dağlanmıştı. Haber kanalları ve yetkili kurumlar gece iki deprem oldu diye belirtse de yaklaşık yirmi dakika boyunca mütemadiyen sallanmış ve bize göre en az üç büyük deprem yaşamıştık. Gecenin karanlığından günün aydınlığına ve selametine erdiğimizi düşündüğümüz anda güneş tam tepemizde iken bu sefer daha çetin bir şekilde yer homurdanmaya ve üstündekileri yere atmaya başladı. Bu sefer çoğumuz dışarıdaydık ama yine de içeride olan bazı canlarımızı da toprağa emanet etmiştik. Resmi rakamların elli bine dayandığı, yaralıların yürek dağladığı afetin büyüklüğü sadece rakamlardan anlaşılamayacak boyuttaydı.

Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman (Acıyaman), Malatya enkaza dönmüş, Osmaniye, Gaziantep, Diyarbakır, Kilis, Şanlıurfa, Elazığ ve Adana ise büyük hasar almıştı. Adana’da sallanmıştık ama diğer şehirlerde yıkılmış ve yerle yeksan olmuştuk. Tarifsiz acılar içerisinde kalakaldık. Bu acıyı ne yaşayanlar anlatabilir ne de dinleyenler anlayabilirdi.

Her şeye rağmen her şeyin Allah’tan geldiğine ve yine O'na döneceğimize olan inancımızla çileye sabır, nimete şükür gayretinde Yüce Rabbimize sığındık. Zaten o an başka da sığınılacak bir yerimiz veya kimsemiz yoktu. İnsan olarak ne kadar aciz olduğumuzu sallanan avizelere bakınca bir kez daha anlamış olduk.

Çocuklarımın geleceğini garanti altına aldığımı iddia ederek sahip olduğum mal ve mülkle övünürken, mülkün gerçek sahibini unutmuş ve nefsimin esiri olduğumu o gece daha iyi anlamıştım. Bu dünyanın bir han, bizlerin ise sadece bir yolcu olduğumuzu o gece bir kez daha öğrenmiş olduk. Tek sermayemizin amellerimiz ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımız olduğunu gördük. Hayat, o gece bizlere ufacık ömrümüzü koca pişmanlıklarla doldurduğumuzun faturasını acı bir şekilde tahsil ettirmişti.

Bizim olduğunu zannettiğimiz ne varsa her sallanışımızda yüzümüze ve ruhumuza bir kâbus olarak çarpıyor ve yanılgılarla dolu olduğumuzu fark ediyorduk. Ömrümüzün faturasını ağır bir şekilde ödüyorduk. ‘Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan!’ sözündeki oyalanmaktan geçmiş bedelinin hesabıyla yüzleşiyorduk.

Peki, bu depremlerden gerekli dersi almış mıydım? Şimdi kendimize sormamız gereken en doğru soru bu olsa gerek. Eski kavimlerin helak sebeplerinin tek tek toplamından daha fazlası içinde bulunduğumuz çağda toplumlar tarafından kabul görmüş ve her gün bir uçuruma doğru giderken kendi dışımızdakileri suçlayarak kendimizi aklayabileceğimizi düşünüyor olmanın nasıl bir yanılgı olduğunu anlayabilmiş miydik? Toplum içerisinde var olan kötülüklere sessiz kalmak da o suça ortak olmak değil miydi?

****

Yatay özgürlüklerimizi elimizin tersiyle iterken dikey esareti tercih ettiğimiz zaman yanılgılarımız başladı. Geniş aileyi peşinata saydırıp çekirdek ailenin taksitlerini öderken her taksitte parça parça eksildiğimizi fark etmeden yaşar olduk. Örnekleri çoğaltmak mümkün ancak meselenin özünde herkesin hatayı önce kendinde araması gerekiyor.

Başımıza gelen musibetler imtihanımızın sebebidir. Bu zor günlerde sabra ve şükre çokça ihtiyaç duymaktayız. Ayrıca bu süreçte kendimize çekidüzen vermek ve neyi, nerede, nasıl yaptığımızı tefekkür etmek, gelecek adına doğru adımlar atmamız için gerekli bir eylem olacaktır.

Bugün hatayı kendimizde aramazsak, yarın Kahramanmaraş’ı, Adıyaman’ı, Malatya’yı, Gaziantep’i, Osmaniye’yi, Kilis’i, Şanlıurfa’yı, Elazığ’ı, Diyarbakır’ı, Adana’yı, velhasıl Türkiye’yi, hatta Hatay’ı bıraktığımız yerde bulamayız.

Haydi! Buyurun, birilerini suçlamak için önce aynaya bakıp, kendimizden başlayalım.

Vesselam.