Hastaneler ve Mezarlıklar… Oralarda ne şifalar var!
Rahmetli Babam, Almanya’dan temelli dönüş yaptıktan kısa süre sonra, hayli gecikmiş haldeyken keşfedilen kanser hastalığına yakalandı.
Okmeydanı SSK Onkoloji’de tedavi görürken, refakatçisi oldum Merhum’un.
Aşağı yukarı 40 sene evvel.
O zamanki SGK’larda tek kişilik, iki kişilik odalar nerede.
Çok ünlü bir politikacının babası özel odada kalıyordu, onun dışındakiler 10, 12 kişilik koğuşlarda.
Refakatçiye yatacak yer yoktu; hasta yanında, bir sandalyede sabah ediyorduk.
Merhum Babam, kilolu bir Bey’di.
Röntgen çekimleri, kemoterapi seansları için götürüp getirmek için gelen “taşıyıcı” personele biz yardım ediyorduk.
Sedyeye alma, sedyeden yatağa çekme işleri bize kalıyordu.
O süreçte, o genç yaşımda, yüzlerce kanser hastası gördüm.
Öyle hastalar vardı ki, sigara bağımlılığı yüzünden bacağının biri kesilmiş; doktor “Sigarayı bırakmazsan, diğerini de kesmek zorunda kalacağız, ona göre!” demiş..
Yine de, gizli saklı sigara tüttürüyor.
Sorduğunuzda da, “İçen öldü de, içmeyen ölmedi mi?” diyor!..
Kiminin refakatçisi yok, terk edilmiş…
“Babası evlâdına bağ bağışlar, evlâdı o bağdan babasına bir salkım üzüm vermez!” diyor.
Kimi, sağlıklıyken çekilmiş fotoğraflarını gösteriyor.
Aralarında pehlivan var; gençliğinde sırım gibi, şimdi tel tel dökülüyor, zorlukla konuşuyor.
Kimileri, güçlüyken dövdüğü, ittiği-kaktığı karısına muhtaç hale gelmiş, altını o kadın değiştiriyor.
O vakitlere kadar, eğlence-gülmece, maçlarda kendinden geçmece olarak gördüğüm hayat, kanser servisindeyken, bambaşka hale geldi gözümde.
İnsanoğlu’nun ne kadar aciz bir varlık olduğunu idrak etmeye yaklaştım.
Merhum Babam vefat edince, memlekette “yine” tek başına kalmıştım.
Geç bulup çabuk kaybettiğim Babamı defnetmek için hazırlık yaparken, aile büyüklerinden bazılarının “Tarlayı bu ölmeden satsaydık iyi olurdu, şimdi mirasçılar da çıktı!” yollu cümleleri takıldı kulağıma.
Bir şey demedim!..
Merhumu defnettik.
Ben yalnız, tefekkürde.
Amansız hastalık, ölüm, insan…
Nefs, arzular…
Hevesler…
Endişeler…
Fars Edebiyatı’nın büyük şairlerden Sadi Şirazi’nin “İnsan nedir?” sorusuna verdiği karşılık:
“Tek damla kan ve bin bir endişe!”
X
Babam’ın hastalığı ve vefatı, hayatımda dönüm noktası oldu.
O yaşa kadar birçok hastalık ve hasta görmüştüm ama bu kadar ileri boyutta olanı, bu kadar “amansız” olanı ilk defa gelmişti başıma.
Hayatımın o yılından sonra, heveslerim çok azaldı.
Yeni bir arabam olsun, şu kadar sürat yapsın, şöyle bir villam olsun, şöhretim artsın, namım yürüsün…
Epeyce azaldı gözümde kıymetleri.
Küçükken, Deniz Subayı sünnetlik kıyafetimle, sokaklarda dolaşır, bulduğum çocukları sıraya dizer, onlara komutanlık yapardım.
Emir vermek, yönlendirmek, tek komutla sevk ve idare etmek hoşuma giderdi.
Hastalık, ölüm; “önder” olma hevesimi kırdı.
Sonra, vesileler oldu; “gazetecilik” mesleğine atıldık.
Sıkıntılı dönemlere denk geldi, gazetecilik mesleğindeki yolculuğumuz…
Ya da herkes için böyle bu, bizim memleketin sıkıntılı olmayan zamanı mı var?
“Görmedim ömrümün asûde geçen bir demini,
Çekerim hep o siyah gözlerinin mâtemini.”
x
Her birimizin hikâyesi özel.
Her birimizin hayatı roman.
“Bakma sen benim neşeli halime,
Ne acılar var, gömmüşüm yüreğime!”
Merhum Babamı, geç bulup çabuk kaybedişim kalbime yaklaştırdı beni.
Sonra, hayatımın her safhasında, özellikle son yıllarda ne acılar yaşadım.
Ölümler, ağır hastalıklar…
Yine “Kanser” servisleri…
Hastaneler ve mezarlıklar…
Evlât acısı.
Ayda en az bir kere “onkoloji” hastanesine, bir kere de mezarlığa gidebiliyorsan, huzurlusundur.
Fizik tedavi hastanesi de olur, oralarda da “şükrettiren” ne hikâyeler var.
Mezarlıklar sesleniyor, biz duymuyoruz.
Hastaneler sesleniyor, biz uyuyoruz.
Rahmetli Evlâdım Enes, vefatından bir ay evvel Kayınvalidem’in ölüm haberine aldığında, yanaklarından süzülen yaşı silerken…
“Baba” demişti;
“Kimle göz göze gelirsek gelelim, onu son kez görüyor olabileceğimizi bilelim. Buna göre davranalım, hitap edelim.”
Etraftaki herkese, bir daha helâlleşme imkânı olmayacakmış gibi davranmak…
Hele hele…
Haksızlık ettiğimiz kişinin yarın öleceğini bilsek, ne yaparız acaba?
Nefsimiz, helâllik istememize engel olur mu yine de?