Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
28 Eylül 2022

​Hastalık ve hayat

Sadece başımız ağrıdığında bile hayat ile aramızdaki bağlar gevşiyor, hayatın kendine özgü ne denli parlaklığı varsa soluyor. Hastalık hayat ile insan arasındaki en büyük engellerden biridir. Hayatın insan için sergilediği sahneler hastalık söz konusu olduğunda bir bir kapanıyor, insan orada, bulunduğu köşede, bilincinin ve bedeninin gerisinde büzüşüp kendi haline razı oluyor. Hayat ve hastalık yan yana durmuyor. Biri gelince öteki kuyruğunu kısıp geri çekilmek zorunda kalıyor, tekrar ortaya çıkana kadar, insan hangisinin içindeyse ona, onun kurallarına tabi oluyor. Yaşamak için geldiğinden, bütün amacı sağlıklı bir yaşam olduğundan insanın en büyük korkularından biri hiç kuşkusuz hastalanmaktır.

Hayat ile insan arasındaki ilişki karşılıklıdır. Hayat, insanın buzlarını çözer, donukluğunu giderir, kötürümlüğünü alır ve ona sayısız imkan sunarken insan da bilinciyle ve eyleyişiyle ona şükran borcu olarak kendinden bir şeyler katar. Hayat, insanın gözlerini açar, onu karanlıktan kurtarır. İnsan doğaya güzel bakma hediyeleri sunar, resimler, tablolar yapar, olağanüstü betimlemelerle cevap verir. Hayat insanın kulaklarını açar, onu sesle buluşturur, su sesini, yağmur sesini, insan sesini emrine amade kılar, insan ona besteyle cevap verir. Islık çalar, türkü söyler, cümle kurar, merhaba der. Hayat burundan içeri oksijen davet eder, ciğerleri şenlendirir, iğde kokularını, çim kokularını, elma kokusunu, gül kokusunu beden bahçesine dahil eder, insan da ona kozmetikle, kolonya ile bin türlü aromayla cevap verir. Hayat damağın sinirlerini keskinleştirir, insana acının, ekşinin, tatlının ve tuzlunun imkanlarını seferber eder, insan da ona çiğköfteyle, şalgamla, baklavayla, baharatla cevap verir. Hayat zihnin kapaklarını özenle açar, içeriye düşünceyi davet eder, insan da ona inançla, iradeyle, Tanrı bilinciyle, zaman duygusuyla, zamanı süsleyerek yanıt verir. Hayat insanın yüreğine duyguyu yerleştirir, insan da aşkla, sevgiyle, umutla cevap verir. Bütün bunların arasına, umulmadık bir zamanda, umulmadık biçimde hastalık girer ve bu ilişki, bu sağlıklı akış kesintiye uğrar. Görüntü bulanıklaşır, akort bozulur, güzel kokuların yerini çirkin olanlar alır, zevk acıya evrilir, düşüncenin evreni darmadağın olur. Hastalık mavinin üstüne süngerle çekilen siyah bir perdedir. Kelimenin gerçek anlamıyla birbirine aşık olan iki taraf arasına giren kötücül bir arabozucudur hastalık. İnsanın ağzının tadını bozar, ritmini yavaşlatır, içindeki çiçekleri soldurur, vücut kalesinin kapılarını gevşeterek onu dışarıdan gelen apansız tehlikelere açık hale getirir.

Hastalık bir geri çekilmedir bu sebepten. Hayattan ve hayatın gerisine çekilen insan bir anda masumlaşır, gücünü yitirir, sesini kısar, gözlerini kapatır, küser… Hastalığa özgü alınganlık ile oyuncağı elinden alınan çocuğun mahzunluğu arasında doğrudan bir bağ vardır. Hayat insan için, hangi yaşta olursa olsun, bir oyun alanıdır ve hastalık onu oynamaktan men eder. Akşamın karanlığında neşeyle oynayan çocuğu çağıran anne sesi ne kadar moral bozucuysa insanın içinde kabarıp duran ve ansızın ortaya çıkan bir hastalık da o denli kahredici, yorgun düşürücü, kuvvet alıcıdır. Ve sen, geri çekilirsin, istemeye istemeye bedeninin duvarları arasına sıkışır, oradan bakarsın yalnızlığın, tek başınalığın penceresinden; yine orada, bıraktığın yerden, bıraktığın gibi devam eden hayatın tam ortasına. Suskun, soluk, mecalsiz ve kirlidir artık akış. Senin olmadığın oyunun nasıl bir kıymeti olabilir ki? Senin yer almadığın sahneyi kim doldurabilir ki? Senin geçirmediğin zamanın içini kim doldurabilir ki? Senin dokunmadığın mekanın inceliğini kim bilebilir ki? Senin konuşmadığın sohbetin tadını kim çıkarabilir ki? Sen yoksan hayat da yoktur, olmamalıdır. Ama yazık ki hastasın ve hastalık buyurgandır, inciticidir, dikenlidir, pürtüklerle doludur. Hayat orada, bütün ihtişamıyla akmaya devam ederken, sen burada o ihtişamın yenilmiş öznesi olarak boynunu büker, bulunduğun yere çakılır kalırsın. Ne ışık hitap eder sana ne renkler bir şey söyler. Gürültü, şamata, ‘merhaba arkadaşım’, ‘günaydın yeryüzü’, ‘peki sen nasılsın?’ buhar olup gitmiştir. Şimdi artık hastalığının içindesin ve buradan çıkmayı ummaktan başka çaren yoktur. Bir duvar örülmüştür senin ile hayat arasında. Evet, orada, duvarın hemen ardında yeraltı suları gibi çağlamaya devam eden, yeraltı suları gibi varlığından şüphe etmediğin bir gerçeklik durmaktadır. Oradadır, biraz uzansan tutacağın yerde ama uzanamıyorsun işte. Oradadır, burnundan içeri alsan, o kokular hala taze, ama sende kokuyu geri iten bir şeyler vardır. Oradadır, dünyanın en çetrefilli konularını bile bir çırpıda berraklaştıran zihinler, felsefeler, sosyolojiler, tarihler, estetik teorileri ama zihnini ne kadar zorlarsan zorla içine almaz seni. Hayat, bütün ihtişamıyla oradadır, gözünün önünde, bedeninin hemen yanında ama bu camdan duvar seni bir türlü dışarı atmanın üstesinden gelemez.Şimdi artık elinde avucunda sadece umut kalmıştır. Sen de zaten ona sarılırsın. Her gecenin bir sabahı muhakkak vardır dersin. “Hangi gün gördün akşam olmamış?” dersin. Hastalık bu, ölüm değil ya dersin. Avunur gider, kendini avutur gidersin. Zamanın anafora dönüştüğü yerler vardır belki ama akışı kestiğini kim görmüş? Bir çentik açar hastalık insanda, gövde büyür, kapanır bu yara da…