Hastalığımız sağlığımız kadar sürseydi!
Onlara, anne yarısıdır derler. Bence neredeyse anne kadar sevgi ve şefkat dolu güzel melektirler.
Annem hayatta iken de annem kadar severdim onları. Ve görürdüm onlardan annemin şefkatini. Onlara her gidişinde ağlayarak koşardım ardından. Ne yazık ki pek muvaffak olamazdım bu teşebbüsümden. Ümidim kalırdı başka bir sefere. Göz yaşlarıyla kalırdım evde.
Çocukluğum bu güzel ve şefkatli haller arasında gelip geçti. Lakin zaman bir müstakim hat üzerinde gitse de insan öyle gitmiyordu. Sevinçler ve üzüntüler arasında büyüyordu. Fakat şefkat ve sevgiye olan ihtiyacı hiç bitmiyordu. Bende de bitmedi bu ihtiyaçlar. Hatta büyüdükçe onlara daha çok bağlandım. Sevgiyle beraber hürmetle onları hep andım. Eksikliklerini gideriyordum annemin onları hatırlatan haliyle. Bu halin hep devam edeceğini zannediyordum böylece.
Ölüm, beklenmedik bir vakitte çıkageldi. Hayatımın en büyük hakikatlerinden biri olan annemi bir anda alıp gitti. Şaşırdım kaldım ortada. Yıllar geçti ancak alıştım bu drama. Lakin unutmadım ve unutmamalıyım bu ızdırabı. Ta ki hayatın yanında olan ölümün hep vuku bulacağını. Bu nedenle direnç göstermeliyim olacak trajedilere.
Evet bu ızdırabıma dayanma gücü veren imanımın yanında bir de teyzelerimin şefkati ve sevgisiydi. Ama onların içinde birisi var ki, sizlere onu tanıtmam bir insanlık vazifesi.
O, annemden sonra dünyayı teşrif etmiş. Güzel mi güzeldir. Hem de çok özeldir. Beyazlıklar içinde parlayan bir nurlu hanımefendidir. Lisanına yaşadığı şehrin şivesi hakim olsa da manası insanı huzurun zirvesine çıkarır.
O, bir merkezdir. Zıtlıkların merkezi olan ama hep müspetleri ailesine ve çevresine hakim kılan bir merkezdir. Zenginlik-fakirlik, köylülük-şehirlilik, dindarlık-lakaydilik, milliyetçilik-vatanperverlik, sıhhat-hastalık, hayat-ölüm, cehalet-marifet ve daha nice zıtlıkları hayatında yaşadı. Ama hepsinde de pozitif olan tarafını ortaya çıkardı.
Onun bu hali yıllarca dikkatimi çekti. Acaba bu kadar olumlu halin altında yatan asıl sebep neydi. Daima zıtlıklar arasında pozitif enerjiliydi. Halbuki başta ailesi olmak üzere etrafındaki en yakın temas edenlerin çoğu bu zıtlıkların dünyaya bakan tarafındaydı. Zenginliğin havası, şehirli olmanın başarısı, lakaydi yaşamanın bütün mertebeleri, milliyetçiliğin en trajik darbesi, sıhhatin her zaman böyle olacağı anlayışı ve hayatın bütün zevklerini yaşama arzusundaydılar. Ama o sürekli beyazlığını korumaktaydı. Sormak istedim kendisine. Sen daha çocuksun caney diyerek sırrını sakladı. Bu sırrın perdelerini kaldırmak ise benim derdimdi.
Artık onu anlamaya başladığımı zannetmiştim ki bir acıyla daha sarsıldım. Yine onun şefkatli sinesine kendimi attım. O mübarek simasını ıslatan yaşlar benim de yüzüme geldi. Kuş tüyünden daha yumuşak elleriyle yanaklarımdaki yaşı siliverdi. Hayata tutunma dallarımın en sağlamı olan o narin vücut hastalanmıştı. Yüreğim neredeyse annemin acısı kadar bir acı daha yaşamıştı. Lakin o kendi derdine yanmıyordu. Yine başkalarının dertleriyle dertleniyordu.
Evladı gibi elem duydum. Onu hiç unutamıyordum. Hastalığına karşı bu dayanaklığının da tek sebebinin imanı olduğunu anlıyordum. Bütün zıtlıkların içinde ona bu gücü veren imanıydı.
Evet öyle olduğunu yılar geçtikçe gelen trajediler ve onlara karşı verilen dirençler ispat edecekti. Gurbetin acısıyla beraber sevdiklerinin ani ölümlerine olan mukavemetiydi. Gündelik yaşamın aynı hal üzere devam etmemesi ve çekilen sıkıntılar. Ve ölümün, kardeşleriyle beraber evladını genç yaşta koparıvermesi. Ve bilemediğimiz daha nice acılar. Ama yine o imanlı ve mütevekkil haliyle dimdik ayaktaydı. Allah’a intisapla bütün musibetlere karşı isyan etmeden yaşamaktaydı. Bu trajediler ardın sıra devam ederken hastalığı artık geldi bir raddeye. Ayrılacaktı o güzel uzuvlarının birisinden.
Bütün imkanlar sarf edildi. Lakin artık iş yapmayan o uzvun ayrılmasına nihayet karar verildi. Diyabetin bu elem dolu neticesini o da anneannem gibi yaşayıverdi. Çünkü tıp susmuş ve hekimler bunun yapılmaması durumunda daha elim neticelerin olacağını buyurmuştu.
Yüreğim elvermiyordu kendisiyle konuşmaya. Sarılıyordum çocuklarının telefonlarına. Göz yaşlarımla bunun yapılması gerektiğini söylüyordum. Onları ikna etmekte çok zorlanıyordum. O şefkatli ve sevgi dolu simanın moralini sorunca şaşkınlıkla ifade ettiler. Her zamanki gibi içlerindeki en kuvvetli kişinin o olduğunu söylediler.
Evet zaten öyle olmalıdır diyordum. Çünkü inancını en deruni bir şekilde yaşadığını biliyordum. Bütün dünyalıklar içinde bir asr-ı saadet müminesiydi o. Sanki Hazret-i Sümeyye’nin çilesini bu haliyle anlıyordu. Başarılı bir ameliyat olmuştu. O haliyle kendinden önce inşallah o uzvunu cennete göndermiş oldu.
Artık telefonla konuşmak elemimi sonlandırmıyordu. Onu bizzat görmem gerekiyordu. Elini öpüp seyretmeliydim yine yüzünü. Duymalıydım yıllara hayat veren o şefkat ve sevgi dolu sözlerini. Görmeliydim hayatında somutlaşan o muazzam imanın akislerini. Bütün cesaretimi topladım. Kalktım ziyaretine gittim. Etrafındakilerin nezaketli mihmandarlığıyla yanına geldim. Çok dolmuştum. Ağlasam rahatlayacaktım. Annemin hasretini bir kez daha bu anne yarısı güzel simada giderecektim. Lakin bu halimin ona zarar vereceğinden endişelendim. Güçlü durmalıyım dedim. Ta ki onu üzmeyeyim. Selam vererek girdim içeriye. Beni heyecanla beklediğini fark ettim. Yine beyazlar içindeydi. Sanki daha da nurlanmıştı. İmanı simasındaki güzellikleri artırmıştı. Aldım o mubarek elini elime. İçimdeki bütün hasret ve hüznümü dudaklarımla döktüm o güzel elin üzerine. Göz yaşlarımın o dest-i beyzayı ıslatmaması için çok gayret ettim. O da bir evlat hasretliği çekiyormuşçasına yüreğindeki bütün şefkat ve sevgisini busesiyle kondurdu yanağıma. Ve çok içten bir hoş geldin etti bana.
Artık kelimelerin bittiği andı. Derin bir sessizlik etrafı aldı. Gözleri hafif nemlendi. Neden bu kadar zahmet çekerek geldin dedi. Ben hâlâ konuşamıyordum. Galiba bu halin elemini içimden atamıyordum. Fakat o yine her zamanki gibi imanının azametini gösterdi. Hayattaki en büyük derslerden birini bana verdi. Yine o güzel şivesine tevekkülünün azametini ve bizim asıl sahibimizin Allah olduğunu şöyle haykırıverdi:
— Ke oğul Allah sağ yaşattığı kadar bizi hasta da yaşatsaydı halimiz nolurdu.
Evet bu sözden sonra onun hakkında söylediğim ve daima söyleyeceğim şey şu oldu. Teyzeciğim, Allah bu güzel halini ömrünün sonuna kadar devam ettirsin dedim. Said Paşa’nın kalemine şeref veren bu güzelliğin bahtiyarlarından birinin de o olduğuna kanaat getirdim.
Müstakîm ol Hazret-i Allâh utandırmaz seni.