Hastalar, Doktorlar ve Liderler
Hayat belli düzeyde bir ışığı varsayar. İnsan bu ışığın içine doğar ve ömrü boyunca onu parlatmaya çabalar. Zamanın diriltici eliyle o ışık derinin altına nüfuz eder. Böylece kapalı olan her şey dışa açılır. Her şey yolunda gittiği sürece insan o ışığın gölgesinde huzurla yaşar. Ancak günün birinde bir şey olur ve ışık kısa devre yapar. Hastalık ışığın içeri nüfuzunu engeller ve insanın hem zihin hem de bedenini soldurur. Hastalık güneşten başlayarak onun varlaştırdığı bütün göstergeleri silikleştirir, böylece insan ile dünya arasındaki mesafe açılır, vücut bir nevi güneş tutulmasına uğrar. Hastalar için hayat eğlenceli bir oyun alanı olmaktan çıkar, çileli bir yolculuğa dönüşür. İşte tam bu noktada doktorlar devreye girer.
Bir doktor bizi terk eden güneşi yeniden getiren, cildimizi esneterek ışığın içeri girmesine vesile olan “kurtarıcı”dan başka nedir? Doktor gelir ve ışığını da getirir. Doktor gelir ve hayatı yeniden içimize akıtır. Doktor gelir ve gözlerimizden başlayarak hayat damla damla yeniden kanımıza karışır, geride kalan o eski sahneyi canlandırmanın hem umuduna hem imkanına dönüşür. İyi doktor eliyle bazen bu gerçekleşir de. Sağlıklı bir insan için neredeyse hiçbir anlam ifade etmeyen doktor, bir hasta için neredeyse ışığın kaynağı, hatta bizatihi kendisidir. Gelmesine bile gerek yoktur. Adı anıldığı andan itibaren deri altında hayattan yüz çevirmiş ne kadar organ varsa bulunduğu yerden kımıldar, ileriye, biraz daha öteye, hayata yönelir. Doktorluğun mutlak meşru zemini hastalığın ta kendisidir.
Liderlik de böyledir. Hasta toplumlar liderlerle, liderleriyle yaşar. Hastalık nasıl kendi kendine tedaviyi geçersizleştirir, “dışarıdan bir eli” yardıma çağırırsa toplumsal hastalık da bireyliği silinmiş, yok edilmiş kişiler için lideri yardıma çağırır. Doktorun varlığı ve gerekliliği nasıl hastalığın şiddetine göre artarsa hastalıklı toplumların hastalık düzeyi de liderleri öylece vazgeçilmez hale getirir. Sağlıklı toplumların liderler aklına bile gelmez. Orada bir vücut gibi hareket eden devlet organizmasının kuralları zaten kendiliğinden işlediği için liderlik görünmezleşir, sıradan bir hal alır.
Hastalık artınca doktorun görünürlüğü ve kutsiyeti, toplumsal hastalık artınca liderin görünürlüğü ve kutsiyeti artar. Doktorlar için olmasa da bu, özellikle gelişmemiş ve vücudu sürekli semptom üreten toplumlar için bilinçli bir toplumsal hastalık üretmenin yolunu açar. Böylece liderler liderliklerini pekiştirmenin bir yolu olarak hastalık üretmenin zorunluluğuna inanır, bunun stratejilerini üretme arayışına girer. İç tehdit veya dış tehdit algısı doğrudan doğruya bir hastalık peydahlanması ve olan veya olması muhtemel hastalığın defi için lideri “kurtarıcı”ya dönüştürmenin en etkili yoludur. Her an hastalanma ihtimali lideri gözü gibi korumaya, sıra dışı vasıflarla donatmaya, hastalığın vukuu ise onu kutsallaştırmaya vardırır.
Fizyolojik veya ruhsal, bireysel veya kitlesel hastalıkların artması hayatı devasa bir hastaneye dönüştürür. Bu durumda yapılması gereken yegane şey, hastanelerin sayısını artırmaktır. Hastane sayısı artı(rılı)nca doktora olan ihtiyaç da artar. Doktor sayısı artınca –sürekli görülen şey gözü esir aldığı için- her insan kendine doktor arar. Zihinsel bozukluk veya sapma toplumdaki kaos ortamı üzerinden lider arayışını tetikler. Böylece herbir görüşün, düşüncenin, ideolojinin kendini anlayacağı bir lider arayışına girmesi normal hale gelir. Çığırından çıkmış bir toplumda, dışarının sesini duymayı bırakıp vücudunun sesini dinlemeye başlayan bir toplumda hastalık olmasa da hastalık hastası olmamak elde değildir. Bu durumda ideoloji başlı başına bir ilaca, o ilacın kullanım reçetesini yazan doktor bir kurtarıcıya evrilir.
Sağlıklı birey için doktor, sadece ihtiyaç anında danışılan ve hayatın bütününü değil belli zaman dilimlerini içeren kriz dönemi kişisidir. Sağlıklı toplum için lider hayatın normal akışı içinde asla hatırlanmayan, ancak toplumsal sarsıntı anında ortaya çıkan, işini yapan, sonra kenara çekilen bir kişidir. Hastalık bir zorunluluktur ancak hayatın tamamını ihtiva etmez. Toplumsal çürüme bir zorunluluktur ama bütün zamanlara hitap etmez. Sorun, hastalığın zorla davet edilmesi ve çürümenin stratejik bir üretime dönüştürülmesidir. İnsanları önce hasta edip kendine muhtaç hale getirmek ile toplumu bozup tamircinin kendisi olduğunu söylemek arasında hiçbir fark yoktur. Önleyici tababet ile toplumun sağlıklı biçimde sevk ve idare edilmesi hastalık sonrası tedavi ile toplumun ifsadına yönelik reçete üretimi arasında belirgin bir hat vardır. Bu hat, sağlık ile hastalık arasındaki çizgi kadar önemlidir.
İyi doktorları, işini iyi yapan severiz. Çünkü onlar bizde olmayanı varmış gibi gösterip hastalık peydah etmez, varlıklarını bizim hastalığımız üzerine kurmazlar. İhtiyaç olunca gelirler, olmayınca beyazlarını çıkarıp bizim gibi, bizimle hayatlarına devam ederler. İyi liderleri severiz çünkü onlar zihnimizin ve ruhumuzun engellerini kaldırmak, hayatın sınırlarını bizim için genişletmek için vardırlar, zihnimize önce engeller yerleştirip korkutmaz, sonra onları kaldırmış gibi yaparak varlıklarını bizim yokluğumuzun üzerine eklemezler. Hastalık biraz da var olmak için yok etmek gerektiğine inanmaktan geçmiyor mu? Hastalık olmadığı halde varmış gibi gösterenler ile hastalık olduğu halde yokmuş gibi davrananlar arasında ne fark var ki? Her ikisi de hayatı tedavülden kaldırıp onun yerine hastalığı koymuş olmuyor mu?