Hasret gurbet ve sılaya dönüş
Gurbet, hangi şart ve zamanlarda
olursa olsun, gurbettir ve kolay değildir. Tüm imkân ve rahatlamalara rağmen,
yine de buruk bir hasret ve derin bir özlem yüklüdür. Hani derler ya: “Bülbülü
altın kafes içerisine koymuşlar da; ille vatan, ille vatan demiş”. İnsanın
vatanı gibisi yok. Sıla hasreti ve gurbet garipliği üzerine yazılmış, onlarca
şiir, türkü, şarkı ve destan mevcuttur. Tüm bunlar; gurbet hayatının ne kadar
zor, sılaya özlemin ne kadar derin ve içten olduğunu anlatır.
Sıla hasreti ve vatan özlemini,
bazıları şöyle satırlara dökmüştür: “Hiçbir dil gurbeti anlatacak kadar güçlü
değil. İnsan bu yüzden özledikçe sessizleşir.” “GurbetIik ne uçsuz bucaksız
mavi denizde olmak, ne de bir çöI ortasında tek başına oImaktır. GurbetIik
sevdikIerinden uzak ve yaInız kaImaktır.” “Gecenin zifiri örter tenimi
Yıldızlar karışır terime Gözümde şavkı dolunayın Uzakların türküsü dolanmış
dilime Köz olur ciğerde… Öyle bir yangın ki, şu gurbet Hasretin duman
bedenimde…”
Evet, insanlığın, teknoloji ve
biliminin zirvesinde olduğu günümüzdeki sıla hasreti, geçmişle kıyaslanamaz.
Bugün dünya küçük bir köye dönüşmüştür. Birkaç dakikada, bir ülkeden diğer
ülkeye, birkaç saatte de bir kıtadan diğer kıtaya ulaşıveriyorsunuz. Hem de en
lüks ve en gelişmiş uçaklar, jetler ve hızlı trenlerle. İletişim ise, ulaşımdan
çok daha ileridir. Öyle ki, adeta dünyayı cebinize taşıyorsunuz. Üç boyutlu
kameralarla, istediğiniz insanlar ve sevdiklerinizle, karşılıklı oturuyormuş
gibi, görüşüp konuşuyorsunuz.
Daha da ilerisi, dünyanın
neresinde olursanız olun, sıladaki, eviniz, dükkanınız, fabrikanız, büronuz,
hatta isterseniz, bağınız bahçenizle ilgili tüm gelişmeleri canlı olarak takip
edebiliyorsunuz. Bir “tık” komutla saksılarınızı sulayabiliyorsunuz. Pencerelerinizden
istediğinizi açıp kapamak suretiyle evinizi havalandırabiliyorsunuz. Ortam ve
dolabınızın ısısını ayarlayabiliyorsunuz. Eve ulaşınca çayınız ve yemeğiniz
hazır olsun diye, ocak ve fırınınıza ayar çekebiliyorsunuz.
Tabi “Z Kuşağı” diye tanımlanan
yeni neslin, geçmişin sıla hasretini tahayyül etmesi mümkün değil. Çünkü
bugünün dünyasını; değil 3-5 asır öncesi, sadece bir asır öncesiyle bile
kıyaslamak mümkün değildir. Ulaşımın; en iyi ihtimalle at, deve ve katırla
yapıldığı, binek bulamayanların ise yürüyerek fersahlar kat ettiği bir zaman
düşünün.
Bugünün yolculuklarında;
insanların yol boylarında süper marketleri ve lüks lokantalarda ihtiyaçlarını
giderdiği ve yıldızlı otellerle konaklama ihtiyaçlarını giderdiği ve bin bir
imkanlarla keyif çattığı bolluğun tam tersi bir ortamı yeni nesil nasıl hayal
edebilsin? İnsanların, ekmek bulsa, su bulamadığı, su bulsa katık bulamadığı
bir ortam… Kendisini hayatta tutacak gıda bulsa, bineğine yem bulamadığı bir
ortam. Bir eşkıya baskınına veya bir vahşi hayvan saldırısına maruz kalma
tehlikeleri de cabası…
Hasta olsa, tedavi imkanının
neredeyse hiç olmadığı bir zaman. Öyle ki, çaresiz kimi zaman gurbet yollarında
basit bir hastalık ve gıdasızlık sebebiyle vefat eden insanların, vefat ettiği
bölgedeki bir mezarlığa defnedildiği bir zaman. Hatırlayalım, efendimiz (sav)
annesiyle Medine ye yaptığı bir yolculuktan dönerken, Ebva köyü civarında
hastalanıp vefat ettiği yere defnedilmişti. Halen şu anda bile kimi yol
kenarlarında veya ıssız bölgelerde tekli bir mezara rastlanmaktadır. İşte bu
mezarlar da büyük ihtimalle o zorlu zamanlardan kalmadır.
Acizane bir Ramazan görevi için
Fransa’nın Strazburg bölgesinde, elli bin nüfuslu Epinal şehrinde bulundum.
Oradan da konak konak, daha önce görev yaptığım, Almanya’nın Nürnberg şehrine
geldim. Bir haftalık bir ziyaretlerden sonra, nasipse bugün (23.05.2021) vatana
döneceğim. Tabi uçakla ve bugünün imkanlarıyla… yani aslında bizim bu
seferimizin, öyle çok bir hasret ve özlemi yok ama, asıl sıla hasreti ve vatan
özlemi yaşayanların duygularına birazcık tercüman olayım dedim.
Görevim ve ziyaretlerim boyunca,
gurbetteki kardeşlerime sıklıkla, Resulullah (sav) ve ashabının, İslam’ı başka
diyarlara taşıma uğrunda çektikleri çile ve zorlukları hatırlattım. Onların;
dip imkanlarla, zirve başarılarına karşılık, bizim zirve imkanlarla dip
başarımızın (veya başarısızlığımızın) sebeplerini açıklamaya çalıştım. Bunun en
başında da temsil sorunu geldiğini ifade ettim.
Avrupa vs. kıtalarda gurbette
olan kardeşlerim ve tüm kardeşlerime şunu tekrar tekrar hatırlatıyorum. Ashabı
kiram (Rıdvanullahi aleyhim ecmeîn) çiftçi, işçi, sanatkar, hamal, tüccar,
amir, memur, kısaca işi ve mesleği ne olursa olsun, öncelikle birer İslam
davetçileriydiler. İşte onları tüm imkansızlıklar içerisinde başarılı kılan
şey, bu anlayış idi. Bugün imkanların zirvesindeki asrımızda, biz iki milyarlık
ümmetin değil çeyreği; onda, hatta yüzde biri sahabenin gösterdiği anlayış ve
fedakarlığı gösterebilsek, kısa zamanda, tüm dünyanın alnına ve yüreğine iman
ve İslam’ın mührünü vururuz. De haydi bakalım…