HASARLI HAFIZALAR
İnsan hafızası kadar vardır…
Hafıza bizi biz yapan en temel
unsurlardan biridir…
İnsanın kendini tanıması, hayatın
anlamlandırması, hayati sorularına cevap bulmasında hafıza vazgeçilmez bir
dayanak noktasıdır…
Hafızası olanın fikri, sözü, iddiası,
ideali, davası ve derdi olur…
Hafızasını kaybedenin kimliği kalır
mı? Hafızası gidince zihniyet, şahsiyet, aidiyet, hareket, medeniyet adına her
şey gidiverir…
Kendi gerçeğini, geleneğini,
geçmişini, genetiğini bilmeyen bir neslin gelecek tasavvuru olabilir mi?
Hafızasını yitiren dostunu, düşmanını
ayıramaz, hesabını-kitabını sağlam tutamaz, geleceğini planlayamaz değil mi?
Bu vaziyette bir gelecek inşası
beklenebilir mi?
Biz hafızamız ile kimlik sahibi olur,
toplumsal sorumluluklarımızı kuşanır ve hedefe yürürüz…
Hafıza olanın sorusu, sorgusu,
itirazı, eleştirisi, muhakemesi beraberinde gelecektir. Bu da hafıza gücümüze
bağlıdır…
Hafızamızdan bir şeyler eksildikçe
sefalet ve esarete düştüğümüzü göreceğiz… Önce hafıza sonra insanlık ve
değerleri kaybolur… Aidiyetler, şiarlar, şuurlar silinmeye başlar…
Belki de yeni zamanlarda yeni
mankurtlaştırma yöntemlerine maruz kalıveririz…
Yıllardır Kemalist rejimin toplumsal
hafızayı kuşatma operasyonları sistematik olarak devam ediyor.
Hafızasızlaştırılan kuşaklar resmi ideolojinin kurşun askerleri sürekli “hazır ol” da bekliyorlar…
Toplumsal hafızaya askeri ve siyasi
müdahale, yeni bir ulus yaratma, düzene uygun kafalar üretme politikaları hiç
hız kesmedi…
Propaganda, asimilasyon, manipülasyon
hepsi toplumsal hafızaya yönelik operasyonlardı…
Ve kapitalizm iş, aş, eş üçgeninde
hafızayı kitliyor.
Evet, biliyoruz ki, zalimler
hafızasız toplumları sever…
Zaten dil devrimi ile hafızamızı
kaybetmeye başlamıştık. Ecdadımızın mezar taşını okuyamaz hale gelmiştik…
Aslında Çanakkale’ye 250 bin kişiyi gömmedik, tarih, kültür, ümmet, hilafet
adına neleri gömmedik ki!?
Sahi, Balkan, Endülüs, Kudüs,
Kafkasya, Kırım, Keşmir, Kaşgar hafızamıza ne oldu?
Uzak zamanlara gitmemize de gerek
yok… Srebrenica’yı, Hama’yı, Halepçe’yi, Felluce’yi, Sabra ve Şatilla’yı,
Grozni’yi hatırlayanlarımızın yüzdelik oranı nedir acaba?
Dahası 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz
tarihlerinin belleklerde bekleme ömrü sizde kaç yıldır?
Hasarlı hafızalarla Hakkı ne temsil
edebilir, ne de tebliğ edebiliriz…
Aliya boşuna dertlenmiyordu:
“Evlat ne yaparsanız yapın ama
soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
Hangi hafıza ile hakikatin hakkını
vereceğiz?
Hafızası olamayanın hikayesi de
olmuyor zaten…
Peki hafıza kaybının nedeni nedir?
Bir başkası olmaklığımız, kendimize
yabancılaşmamız ve de kendimizden uzaklaşmamız… Bir daha bir daha başkası ola
ola, hafızamızı yitirdik… Yetmez mi artık?
Ayrıca hafızayı örten hazlar,
hevalar, haramalar, hedonist arzular… Bir de hafızaya zarar veren ham hayaller,
boş hülyalar, havanda su dövmeler, anlamsız polemikler, tefekkürsüz
tartışmalar hafızayı tıkıyor ve
tüketiyor…
Acaba
İslami Hareketin hafızası nasıl?
Yerli yerinde mi? Diri, duru ve
dinamik mi? Yoksa donuk ve bulanık mı?
İnancımızı ve mücadelemizi
anlamlandırma adına hafızamızı daha güçlü ve daha güzel kılmamız gerekiyor…
İnsanlığın gün geçtikçe tükendiği bu
süreçlerde hafızamıza tutunmak ve Müslümanca yaşamak zorundayız…
En azından hatırlamayı hatırlamak
zorundayız…
Hafızamızı tazelemek gerekiyor…
Hafızasız aydınlarla, alimlerle,
kadrolarla, kitlelerle yol kat edebilmemiz mümkün değil…
‘’ Hafızamı kaybettim, hükümsüzdür.’’
diyemeyeceğimize göre, ‘’canbaza bak canbaza ‘’ diyenlere gereken cevabı
verebilmeliyiz artık…
Hafızası zayıflayan bizler için
unutmayalım ki, Kur’an bir hatırlatandır, Peygamber (s.a.v.) bir hatırlatandır…
Şuurlu bir Müslüman’ da hatırlayan ve hatırlatandır…
Ortak hafızanın gücünü kuşanarak,
geleceğe emin adımlarla yürüyeceğiz…
Evet,
inanç, bilinç ve direnç diyoruz.